Deli Durdu, Abdi Ağa ve İstanbul Seçimleri

Deli Durdu, Abdi Ağa ve İstanbul Seçimleri

“Memed ‘Bana bak kardaş,’ dedi, ‘İnsanların üstüne çok varmamalı. Öldürmeli, dövmeli, ama üstlerine çok varmamalı. Donsuz, çırılçıplak, köyüne, evine girmesi bir adama ölümden zor gelir. İşte bunu yapmamalı. İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli. Ben Abdi Ağadan biliyorum. Yoksa… Korkmalı insanların bu tarafından. Aşağı görmemeli insanları…’”

Soyduklarının donuna kadar alan eşkıya Deli Durdu’ya böyle öğütlemiş İnce Memed. Öğütten ders aldığımızı söylemek güç. Pekiyi bugünün Deli Durdu’su kim? Bu sorunun yanıtı sandığınızdan daha çetrefilli olabilir. Takdim edeyim.

Siyasi iktidarlar, temsil ve müdafaa ettikleri çıkarlar üzerinden kişilik kazanır. Siyasi iktidarların kararları da rastgele değil, bu çıkarlar doğrultusunda şekillenir. İktidar, telafisi ve temsil ettiği çıkar gruplarına izahı mümkün olmayan mağlubiyetleri önlemek veya tersine çevirmek için elinden geleni yapar. “Elinden ne geleceğini” ise iktidarın temsil ettiği örneğin sermayedar sınıfının iktidara öğrettiği davranış kalıpları belirler. Bunlardan başlıcası ise gasptır.

Bir işletmede sermayedar, getirisi karşılığında sermayesini, emekçi ise ücreti karşılığında emeğini ortaya koyar. Sermayedar kârını artırmak için işgücü maliyetini kısmak zorundadır. Ücretleri baskılamak, kıdem tazminatından tırtıklamak, fazla mesai alacağına musallat olmak emeği gasp etmektir. Her türlü tahakküm aracını elinde tutan sermayedar için bunun ahlaki ve vicdani bir panzehri maalesef bulunmamıştır.

Pekiyi emek gaspçısı amacına ulaşmak için hangi yöntemleri kullanır?

Emek gaspçısı müesses nizamın devamından yanadır. Kendi tahakküm yetisini kısıtlayan her türlü hukuki düzenlemeye ve uygulamaya doğal olarak karşıdır. Toplu iş sözleşmesi, sendikalaşma, kıdem tazminatı gibi “süreçlerin” mümkün mertebe etrafından dolanır. Kurulu düzenin değişmesi işletmeyi tehlikeye sokar. İstikrar sürmeli, şirket büyümelidir.

Emek gaspçısı vaat ve müzakere ile değil tehditle yönetir. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde eğer sermayedarın dümenine su taşınmazsa şirketin bekası tehlikeye girer. Rakip şirketler yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini artırmak için atmaca gibi beklemektedir.

Emek gaspçısı muarızlarını düşmanlaştırır. Toplu sözleşmedeki teklifi kabul etmeyenler hangi karanlık mihraklardan talimat almakta, grevi zorlayarak nereye varmak, ne yapmak istemektedirler? Şirketi dinamitlemek isteyenlerle iş tutanlar sonuçlarına katlanacaktır.

Emek gaspçısı manipüle eder. Emekçilerin arasındaki her türlü farklılık itinayla derin fay hatlarına dönüştürülür. Kâh öğle paydosu yakanın rengine göre zamanlanır, kâh zam oranları farklılaştırılır, kâh eşitler arasında yapay hiyerarşiler, taltif ve ceza mekanizmaları yaratılır. Böylelikle kitlenin örgütlenmesi, “yüzde elli artı biri” bulması olanaksızlaşır.

İktidarın aşina olduğumuz bu yöntemleri kullanması tesadüf değil, bilakis bilinçli bir tercih. Fabrikada istikrar isteyen, sandıkta da istikrarı dayatır. Fabrikada tehditle yöneten, sandıkta da tehditle ve tedhişle oy ister. Fabrikada emekçiyi düşmanlaştıran, sandıkta rakibini düşmanlaştırır. Fabrikada emekçiyi ayrıştıran, sandıkta seçmeni birbirine düşman eder. Hasılı, iktidar zahiridir. Gerçek, hayal perdesinin ardındaki sermayedar ahbap çavuşlardır. Buna Karagöz Hacivat oyununda hayalbaz da diyorlar…

Öyleyse zahiri görüntüyü değiştirmek için oy vermek yeterli midir? Sandıkta halk iradesi tecelli edince fabrikada da demokrasi tecelli edecek midir? Yoksa sandıktaki demokrasi ile işyerindeki demokrasi aynı mücadelenin bileşenleri midir?

İşyerini ve ekonomiyi demokratikleştirmenin yolu üretenlerin yönetimde söz hakkı olmasından geçiyor. Çalışanlarının hem emekçisi hem sermayedarı olduğu kooperatiflerden,örgütlü yurttaş kolektiflerine uzanan bir yörüngede somutlaşan ekonomik demokrasiyi sağlamadan, sandık demokrasisi ile yetinmek yeni hayal kırıklıklarına davetiyedir.

Bugün, İstanbul’da bir milyonu aşkın kayıtlı işsizin, iki milyon ücretsiz ev emekçisi kadının, bir milyon emeklinin, yedi yüz bini aşkın engellinin,yaklaşık iki buçuk milyon asgari ücretlinin derdine, sorunun asli sebebi olan ahbap-çavuş kapitalizmiyle mi derman olacağız? İstanbul’un en zengin yüzde 20’lik tabakası toplam gelirin %52’sini elinde tutuyor. Bu adaletsizliğe ahbap-çavuş kapitalizmiyle mi dur diyeceğiz?

Tabii ki hayır!

Kişiye, kişilere, cemaatlere, vakıflara, derneklere değil, 16 milyon İstanbulluya hizmet eden bir belediye hayali işte bu yüzden önemlidir. On binlerce gönüllüyü sandıklara sahip çıkmaya ikna edebilen bu hayal,dayanışmacı ve müşterek sahiplenilen demokratik bir kent ekonomisini genişletmeye cesaret etmelidir, edecektir. Bunu savunmak ve temin etmek ise ülkenin müşterek geleceğini inşa etmek isteyen tüm yurttaşların üzerine vazifedir.

23 Haziran’da yalnız sandığı değil, ekonomiyi de demokratikleştirmenin ilk adımını atacağız. Abdi Ağalardan, Deli Durdulardan usanmış kent mağdurlarına insana yaraşır bir hayat kuracağız.

Her şey çok güzel olacak, da…

Kimin için?

Emeği gasp etmemiş olanlar için.

Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezuniyetini takiben yerel yönetim düzeyinde kültürel koruma ve kırsal kalkınma projelerinde çalışmış, 7 Haziran seçimlerinde aday kampanyası yürütmüştür. Türkiye'de sosyal dayanışma ekonomisini yaygınlaştıran, ülkenin gençlerce kurulmuş ilk Ar-Ge ve eğitim kooperatifi olan Genç İşi Kooperatif’in kurucu ortağıdır. Johns Hopkins Üniversitesi SAIS’te Uluslararası Kalkınma yüksek lisansı yapmış, Uluslararası Çalışma Örgütü, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nda çalışmıştır. Kapsayıcı istihdam ve sosyal dayanışma ekonomisi alanında danışmanlık yapmayı sürdürmektedir.

Düşüncenizi Paylaşın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.