İzmir, Türkiye siyasetiyle ilgili analizlerde ilginç bir yerde duruyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren aykırı duruşuyla dönemin “out” olanından yana durma refleksleri güçlü olan İzmir, hâlâ anlaşılmış bir vaka değil. 2000’lerin başından beri dillere pelesenk olduğu üzere İzmir, sahiden solun düşmez kalesi mi? Yoksa 60’larda yaygın şekilde söylendiği gibi, İzmir sağın kalesi mi? Bu soruya 1950’den bugüne gelen genel seçim verileri eşliğinde yanıt vermek ve muğlak bir noktayı açıklığa kavuşturmak isterim.
Genel Seçimler Özelinde İzmir
Çok partili siyasal hayata 1945’te geçen ve ilk çok partili seçimleri 1946’da gerçekleştiren Türkiye, serbest ve adil koşullarda (gizli oy, açık tasnif) ilk çok partili genel seçimi 1950’de gerçekleştirebildi. 1950’den bu tarafaysa tam 19 genel seçim düzenlendi. Önce aşağıdaki tabloya bakalım ve zihnimizde somut bir fikir oluşması bakımından 1950’den 2018’e dek düzenlenen genel seçimlerde, İzmir’de ilk iki sırayı almış partileri görelim.
Genel Seçim Yılı | Birinci Parti/Oy Oranı | İkinci Parti/Oy Oranı |
1950 – | Demokrat Parti – %58,6 | CHP – %42,8 |
1954 – | Demokrat Parti – %60,5 | CHP – %38,3 |
1957 – | Demokrat Parti – %54,7 | CHP – %41,9 |
1961 – | Adalet Partisi – %55 | CHP – %39,6 |
1965 – | Adalet Partisi – %62,2 | CHP – %29,8 |
1969 – | Adalet Partisi – %53,2 | CHP – %35,1 |
1973 – | CHP – %44,1 | Adalet Partisi – %39,3 |
1977 – | CHP – %52,7 | Adalet Partisi – %39,7 |
1983 – | Halkçı Parti – %37,3 | ANAP – %34,5 |
1987 – | ANAP – %35,8 | SHP – %35,6 |
1991 – | DYP – %27,6 | ANAP – %25,6 |
1995 – | DSP – %24,4 | DYP – %23,9 |
1999 – | DSP – %40,3 | ANAP – %15,8 |
2002 – | CHP – %29,1 | Genç Parti – %17,5 |
2007 – | CHP – %35,5 | AKP – %30,5 |
2011 – | CHP – %43,7 | AKP – %36,8 |
2015 – Haziran | CHP – %44,8 | AKP – %26,8 |
2015 – Kasım
2018 – |
CHP – %45,9
CHP – %41,3 |
AKP – %31,7
AKP – %28,7 |
Tabloya göre İzmir bağlamında baktığımızda, bugüne dek gerçekleşen 19 genel seçimin 9’unda sağ partiler birinci olurken, 10’unda sol partiler İzmir’de seçimi ilk sırada tamamlamış. (Şu parantezi açalım, CHP’nin kendini siyaseten solda kabul etmesi 1965 yılına denk gelir. CHP bugün kendini solda kabul ettiği için, tablodaki CHP başarılarını/başarısızlıklarını “sol” olarak niteledim, elbette tartışmaya açık bir konudur.) 1950’de başlayıp 1973 genel seçimlerine dek devam eden 23 yıllık devrede İzmir’de CHP’nin esamesi okunmazken, önce Demokrat Parti (DP), sonra ise Adalet Partisi (AP) her seferinde seçimleri büyük farkla ilk sırada tamamlamış. 1973’ten bugüne kadar devam eden süreçte ise, 1987 ve 1991 genel seçimleri haricindeki tüm seçimlerden sol partiler ilk sırada çıkmış, fakat öte yandan solun “kazandığı” bu seçimlerin pek çoğunda sağ partilerin oy oranı %40’ların altına düşmemiştir. O halde İzmir’in genel seçim tercihlerini ve bu tercihlerdeki değişimleri iki döneme bölerek anlamaya çalışmak anlamlı olacak.
1950 – 1973 Dönemi İzmir’in Siyasal Eğilimleri: Ekonomik Liberalizm Devletçiliğe Karşı
İkinci Dünya Savaşı, dünya siyasetini olduğu kadar Türkiye siyasetini de derinden etkileyen, siyasal kültürde iz bırakan bir olaydı. Savaş sonrası dönemde özellikle Batı’da özgürlüklerin ve demokrasinin önemine yapılan vurgular artmış, çok sesli ve çok partili siyasal rejimlerin demokrasinin ön koşulu olduğu fikri genel kabul görmüştü. Tek partili rejimlerin dünyayı sürüklediği felaketler, Bati dünyasında demokrasiye dönük yeni hassasiyetlerin doğmasını sağlamıştı. Bu konjonktürde, özellikle doğudan gelen Sovyet tehdidine karşı Batı ile bağlarını derinleştirmek isteyen Türkiye’ye, çok partili rejime geçmesi yönünde dış baskılarla karşı karşıyaydı. Öte yandan Cumhuriyet’in kuruluşundan beri tek başına iktidarda olan CHP, ülke içinde artan muhalefetin kurulacak muhalif partilere akmasının kendi üstündeki baskıyı hafifleteceğini düşünüyordu. Nitekim daha Atatürk hayattayken bile CHP’ye dönük güçlü bir muhalefet vardı, Serbest Cumhuriyet Fırkası vakası çok tazeydi. Ayrıca savaş koşulları CHP’ye dönük muhalefeti güçlendirmiş, artan siyasi baskılara, yoksulluğa ve tek sesliliğe olan tepkiler artmıştı. İşte bu şartlar altında Türkiye, 1945 çok partili hayata geçiyordu.
İzmir, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Ankara’ya her anlamda mesafeli duran bir şehirdi. Bununla birlikte İzmir, kadim bir liman şehri olması ve yüzlerce yıldır kozmopolit bir dokuya sahip olması nedeniyle kültürel ve politik muhafazakâr bir şehir değildi ve Ankara’ya mesafesi kültürel muhafazakârlıktan değil, şehrin sermaye birikimi yoğun bir şehir olması ve Ankara’nın devletçi/devlet merkezli kalkınma politikalarına eleştirel bakmasından kaynaklıydı. Bir diğer faktör, İzmir’in imparatorluk devrinde merkezi idareden görece bağımsız olmasından kaynaklı şehirde hakim olan özgürlük iklimiydi. Bir ulus devlet kurup, ülkenin her karış toprağını Ankara’dan kontrol etmek isteyen tek parti iktidarı, İzmir açısından her zaman sorun teşkil edecekti. Ayrıca 1929 Ekonomik Buhranı ile birlikte vergiler artmış, esnaf ve tüccar sınıfı üzerindeki vergi yüklerinin artması nedeniyle iflaslar artmıştı. İzmir başta olmak üzere esnafın ve tüccarın güçlü olduğu şehirlerde CHP iktidarına dönük tepkiler yoğundu. Sözgelimi, bir muhalefet partisi olarak kurulan ve CHP’nin aksine serbest ve özel girişimi, ekonomik liberalizmi savunan ve özellikle esnafın, tüccarların ve toprak sahiplerinin desteğini alan Serbest Cumhuriyet Fırkası en yoğun ilgiyi İzmir’de görmüş, Ali Fethi Bey’in 1930’daki İzmir mitingine 50 binden fazla insan katılmış, Ali Fethi Bey İzmir’de, “Kurtar bizi” sloganlarıyla karşılanmış, insanların kalabalık ve coşku nedeniyle denize düştüğü, birbirini ezdiği miting, siyasi tarihimize en önemli muhalif eylemlerden birisi olarak tarihe geçmiştir.
İlk gerçek anlamda çok partili ve serbest genel seçimlerin yapıldığı 1950 yılında DP, %58’i aşan bir oy oranıyla İzmir’i açık ara kazandı. 1954 ve 1957 seçimlerinde de DP, CHP’ye karşı açık ara üstünlüğünü sürdürdü ve CHP’yi adeta İzmir’den sildi. 1954’te %60’i, 1957’de ise %54’u bulan oy oranlarıyla DP şehrin mutlak hakimiydi. Bu dönemde ülke ekonomisi büyüyor, köylere traktör giriyor, büyük şehirlerde yeni yollar açılıyor, yabancı sermayenin ülkeye gelişi teşvik ediliyordu. Ekonomik büyümenin plansız, vizyonsuz ve kısa vadeli hesaplar üzerinden olmasına rağmen genel olarak sermaye çevreleri, esnaf ve tüccar gidişattan memnundu. CHP’nin ekonomide korumacı ve siyasette sermayeye baskıcı yönetiminden sonra DP iktidarı adeta oksijen gibi gelmişti
1961, 1965 ve 1969 genel seçimlerini de, bir başka merkez sağ parti olan, DP’nin devamı olarak kurulan AP büyük oy farklarıyla kazandı. Bu üç genel seçimde İzmir halkını AP’ye yönelten başat motivasyon, 27 Mayıs 1960 darbesine dönük tepkiydi. İzmir kamuoyu, 27 Mayıs’ın arkasında CHP’nin olduğunu düşünüyor ve ülkeyi yeniden 1950 öncesine götürmeye çalıştığından şüpheleniyordu. Bu şüphe o kadar güçlüydü ki, 1961 Anayasası referandumunda İzmir, %50,2’lik bir oranla anayasaya hayır diyen 11 şehirden birisi oldu. Öte yandan 1965 genel seçimlerinde AP, %62’yi bulan bir oy oranına ulaşacaktı ki, bu oy oranına bugünkü CHP bile ulaşamamıştır. 1965 ve 1969 genel seçimleri öncesinde AP lideri Süleyman Demirel’in İzmir’e her gelişi adeta bir gövde gösterisine dönüşmüş, büyük ve coşkulu mitingler tertiplenmiştir.
Özetle 1950’ler 1960’lar, İzmir’in merkez sağ partilere kitlesel şekilde akın ettiği ve CHP’nin ağır yenilgilere uğradığı bir dönem olmuştur. İşlek bir liman şehri olan ve hareketli bir ticaret hayatının bulunduğu İzmir, Ankara’nın kontrolcü ekonomi politikalarına da, hayatı kontrol etmek isteyen siyasi baskıcı yaklaşımlarına da mesafeli olarak CHP’yi cezalandırmıştır.
1973’ten Bugüne: İzmir Değişiyor
1970’lere gelindiğinde hem dünya konjonktürü, hem de Türkiye’deki siyasal iklim kayda değer şekilde değişmeye başlamıştı. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükçü ortamla dünya genelinde yükselen sol hareketlerin etkisinin yan yana gelmesiyle, Türkiye’de toplumda devrimci bir sinerji oluşmaya başladı. 1970’ler Türkiyesi, işçilerin kitlesel olarak sendikalara üye olduğu, üniversite gençliğinin sokaklara indiği, orduda ve poliste sol örgütlenmelerin gerçekleştiği, grevlerin yaygınlaştığı ve düzen değişikliği öneren söylemlerin toplumda karşılık bulduğu bir dönemdi.
1973 genel seçimlerine gidildiğinde, 12 Mart Muhtırası’nın üstünden iki yıl geçmiş ve CHP, partinin sol kanadını temsil eden ve “ortanın solu” söyleminin içini doldurmayı çalışan, Eski Çalışma Bakanı Bülent Ecevit liderliğinde seçimlere giriyordu. CHP, gecekondu semtlerinde yaşayanların, fabrika işçilerinin, üniversite gençliğinin, esasen düzen değişikliği bekleyen herkesin sesi olarak ilk kez seçimlere giriyordu. Bu seçimler İzmir için de bir ilk olacaktı ve genç Ecevit liderliğindeki yeni CHP, İzmir’de %44’ü aşan oy oranıyla birinci gelecekti. Bu tarihten itibaren İzmir’de işler değişmeye başlayacaktı. Peki 1973’te CHP’nin İzmir’deki oylarını 9 puan arttırıp AP’ye 5 puan fark atmasının arka planında ne vardı?
İzmir’deki değişimi okumak için, İzmir’in iktidarla kurduğu ilişkiyi anımsamak lazım. Yazımızın başında, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren İzmir’in Ankara ile kurduğu ilişki mesafeli olduğunu belirtmiştim. Liman ve ticaret şehri olmanın verdiği özgürlük ve özgüven hissi İzmir’in siyasal tercihlerinde önemli rol oynuyordu ve 1950-60’lardaki merkez sağ yönelimde, bunun etkisi de vardı. 1970’lere gelindiğindeyse, hem İzmir’de, hem de Türkiye’de değişen iki şey vardı: Birincisi, CHP=Devlet algısı yıkılıyordu. CHP, partiyi Avrupa sosyal demokrat partileri çizgisine taşımayı hedefleyen genç, coşkulu ve halkla duygudaşlık kurabilen bir kadro tarafından yönetilmeye başlamıştı. Buna karşılık Demirel’in AP’si ise, özgürlük karşıtlığıyla, baskıyla ve nihayet klasik algılanışıyla devlet organizmasıyla bir tutuluyordu. Demirel de AP de devletleşmişti.
İkinci husus, İzmir’in sosyo-ekonomik ve sınıfsal yapısının 1950’lerden 60’lara, 60’lardan 70’lere hızlı bir şekilde dönüşmesiydi. Sözgelimi İzmir’de gecekondu nüfusunun kent nüfusuna oranı 1965 yılında %29 iken, 1970 yılında %36’ya çıkıyordu[1]. Bu zaman diliminde kent yoksullarının sayısı artmış, sayıca artan fabrikalarda kötü şartlarda çalışan emekçilerin sayısı artmış, daha fazla genç üniversiteye gitmeye başlamıştı. Özetle yoksulların, emekçilerin ve öğrencilerin sayısının arttığı, sosyal politika beklentilerinin yükseldiği bir İzmir vardı artık. Şehrin geçirdiği sosyo-ekonomik dönüşüm ve beklentiler ile CHP’nin sosyal politikaya dair somut yaklaşımları çakışmış, yeni CHP İzmir’de fazlasıyla karşılık bulmuştu. AP’nin plansız, programsız, gelişigüzel ve emeği dışlayan kalkınmacı söylemleri İzmir’in değişen dokusunda itibar görmemişti.
1977 genel seçimleri de aynı iklimde geçmiş ve bu kez CHP, ortanın solu söylemini hem düşünsel hem de pratik anlamda oturtmuş ve 1973’ten bu yana kitlelere daha fazla ulaşabilmiş bir parti olarak oylarını %52’nin üstüne çıkartarak İzmir’deki tabanı genişletmiş, AP karşısında net bir üstünlük kurmuştur. Bununla birlikte, CHP’nin net üstünlük kurduğu bu dönemlerde dahi karşısında kayda değer bir merkez sağ seçmen kitlesi olduğunu, AP oylarının %40’i zorladığını anımsatalım.
İzmir, 1973 genel seçimlerinden sonra sadece iki defa merkez sağa birincilik vermiştir; 1987 ve 1991 genel seçimleri. Bu iki seçimde de, genel anlamıyla solun kaybeden olmakla birlikte, 1973 öncesi gibi net kaybeden olmadığını belirtelim. Nitekim 1987 genel seçimlerinde birinci ANAP ile ikinci SHP arasındaki oy farkı sadece %0,2’dir ve daha da önemlisi şehrin 19 milletvekilliğinden 10 tanesini SHP kazanmıştır. Bununla birlikte birinci ANAP ile üçüncü DYP’nin toplam oy oranının %50’nin üstünde olduğunu da ekleyelim. 1991 genel seçimlerinde de üçüncü SHP ile dördüncü DSP’nin toplam oy oranı %40’a yaklaşmıştı, ne var ki sağ partilerin toplam oy oranı da %60’ı buluyordu. Yani her iki seçimde de İzmir’de sol partiler, “Ben buradayım” demiştir, fakat dağınık haldeki sağ partilerin toplam oy oranı da%50’nin üstünde çıkmıştır. Söz konusu iki seçimde solun dağınık hali merkez sağ partilere yaramıştı.
1995 genel seçimleri ise, bu defa kaderin tersten işlediği bir seçim olmuştu. Merkez sağın daha dağınık ve kavgalı görüntüsü DSP ile CHP’ye yaramış ve DSP İzmir’de birinci parti olmuş, CHP de %14’e yaklaşan oy oranıyla dördüncü olmuştu. İki partinin toplam oy oranı %40’i zorluyordu, fakat buna rağmen toplam İzmir’in 24 milletvekilliğinden sadece 10 tanesini DSP ve CHP alabilmişti. Öte yandan sağ partilerin toplam oy oranı yine %50’nin üstündeydi.
1983 – 1995 arasındaki genel seçimleri özel bir paranteze almak elzem. Bu dönemin İzmir’i için, “kafa karışıklığı yılları” demek yanlış olmayacaktır. Şehir, bir yandan 70’lerdeki özgürlükçü ve sosyal adaletçi söylemine alıştığı ve benimsediği sol çizgiden kopmazken, öte yandan merkez sağ partilerin kalkınmacı ve ekonomide girişimci tekliflerine de kayıtsız kalamıyordu. Bu dönemdeki seçim sonuçlarının hiçbir parti ya da ideoloji için kesin zafer ya da yenilgi ifade etmemesi, bunun en güçlü göstergesi.
1999 genel seçimleriyle başlayan ve günümüze kadar devam eden süreci ise, İzmir’in “konjonktürel oy verme” dönemi olarak okuyabiliriz. Bu dönemde İzmir, seçim dönemine girildiğinde belirleyici olan gündeme referansla, “bir şeyleri korumak” ve “bir şeyleri ortaya koymak” amacıyla oy vermiştir. 1999 genel seçimleri bunun ilk örneğidir. Öcalan’ın yakalanışının estirdiği milliyetçi havanın etkisi DSP’ye yaramış, yıllardır kamuoyunun öncelikli gündemi haline gelmiş “Öcalan’ın yakalanışı” ülke genelinde milliyetçi bir dalganın doğmasına neden olmuştu. ANAP ve DYP’nin kısır çekişmelerle ve vasat kadrolarla günden güne eridiği, CHP’nin sosyal demokrat bir parti kimliğinden uzaklaşıp şahıs partisi haline geldiği bir dönemde DSP, arkasına yükselen milliyetçi dalgayı alıp, İzmir seçmeninde oluşan siyasal boşluğu doldurmuştu. Nitekim DSP, %40’i aşan oy oranıyla 24 milletvekilliğinden 14 tanesini kazanıyor, en yakın rakibi olan ANAP’a 25 puan fark atıyordu.
2002 genel seçimleri ise, İzmir bağlamında konjonktürel oy verme davranışına en iyi örnek olarak gösterilebilir. CHP’nin %29 civarında oy alarak birinci geldiği bu seçimlerde Cem Uzan’ın kurduğu popülist Genç Parti ise %17,5 oy alarak, ülke ortalamasının epey üstünde oy alıyordu. Yeni kurulan İslami – muhafazakâr çizgideki Erdoğan’ın AKP’si ise %17,2’de kalıyordu. 2001 ekonomik krizinin etkilerini derin şekilde hissettirdiği, Ecevit’in DSP’sinin siyaseten tasfiye olduğu, Baykal’ın CHP’sinin ve Erdoğan’ın AKP’sinin güven vermediği bir ortamda İzmir, sosyal adaletçi diskuru milliyetçi bir zeminde sunan Cem Uzan’ı İzmir’de ikinci parti yapıyordu. 2002 seçim sonuçlarına göre İzmir’de CHP ve AKP haricinde bir partiye oy veren seçmen yüzdesi, %54’ü buluyordu. Oylar, barajın altında kalan birkaç sağ ve sol partiye dağılmış haldeydi.
2007, 2011, Haziran 2015-Kasım 2015 ve 2018 genel seçimleriyle ilgili çatı analizde bulunmak yeterli olacak, nitekim bu seçimlere yön veren dinamikler ve karşılaştığımız sonuçlar aşağı yukarı aynı. AKP’nin Cumhuriyet’i yıkmaya çalıştığı ve laiklik karşıtı olduğu algısı, 3 Kasım 2002’den beri İzmir’e hakim olan bir duygu ve seçmen davranışlarında birincil belirleyendir. Özellikle Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde AKP karşıtı eylemlerin sembolü haline gelen Cumhuriyet mitingleri düzenlenmiş, İzmir Gündoğdu Meydanı’ndaki miting, bu mitingler içerisinde adeta bir sembol olmuştur. AKP’nin ülke genelindeki iktidarı pekiştikçe, buna paralel şekilde, CHP’nin de İzmir’deki varlığı ve oy oranı da pekişmekte ve İzmir, AKP karşıtı seküler blok için hayat tarzıyla ve politik duruşuyla, düşmemiş bir kale olarak sunulmaktadır.
Bahsettiğimiz bu beş seçim sürecinde CHP’nin oyları %35’ten %45 arasında seyrederken, ikinci parti olan AKP’nin oy oranı %26 ile %36 arasında gidip geldi. Bu dönemde İzmir’de CHP üstünlüğünden söz etmek doğru olmakla birlikte, sözgelimi AP’nin 1965 seçim başarısı (%62) ya da CHP’nin 1977 seçim başarısı (%52) gibi net, keskin ve AKP’yi şehirden silen bir üstünlük söz konusu değil. İzmir’in geniş bir coğrafi alanı kapladığını ve şehrin ciddi anlamda bir merkezden uzak nüfusu barındırdığını ve bu nüfusun sağ partilere oy vermeye yatkın olduğunu, öte yandan son yıllarda şehrin göç aldığını da anımsatmak gerekiyor.
Sonuç Yerine
1950’den 2018’e kadar gerçekleşmiş 19 genel seçimi ana hatlarıyla, veri odaklı olarak ortaya koyarak analiz etmeye çalıştım. Birkaç madde halinde elde ettiğimi düşündüğüm sonuçları paylaşalım:
1) İzmir’in son 69 yıldaki siyasal tercihlerine bakıldığında, şehrin hem kendi doğasına ve ihtiyaçlarına uygun, hem de konjonktürel oy verdiğini söyleyebiliriz. Başka bir deyişle İzmir, kendisini kendisi yapan değerlerden (siyasi baskı altına alınmamak, merkezden görece bağımsız olmak) taviz vermeden, dönemsel beklentilerine ve ihtiyaçlarına yakın gördüğü partiye yönelmektedir.
2) Dolayısıyla İzmir, bu realiteyle doğru orantılı olacak şekilde değişken ve kaygan bir tercih yönelimi göstermiştir. İzmir, Demirel’in 1960’larda ileri sürdüğü gibi sağın kalesi olmadığı gibi, bugünlerde zaman zaman ileri sürüldüğü gibi solun da kalesi değildir.
3) Türkiye, 3 Kasım 2002’den bu tarafa İslamcı bir parti tarafından yönetiliyor ve bilhassa son birkaç yıldır rejimin laik niteliğinin giderek zayıfladığı kanısı toplumun önemli bir kısmında kabul görüyor. Bu süreçte İzmir, seküler ve ülkenin geri kalanına kıyasla hayat tarzının daha toleranslı dinamikler üzerine oturduğu bir şehir olarak, zayıflamakta olan laikliğin ve yıkılmakta olan 1923 Cumhuriyeti’nin doğal kalesi sıfatını yüklenmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Ankara ile çatışmalı bir tavır içinde olan ve Atatürk döneminde dahi bu pozisyonunu çeşitli şekillerde ortaya koyan (SCF İzmir mitingi en belirgin örnektir), 1970’lere kadar Ankara ile bir tuttuğu kurucu parti CHP’ye sırtını dönen İzmir, bugünse CHP’nin en rahat seçim kazanabildiği ve kurucu paradigmaların hayatın her alanında ve her anında karşımıza çıkabildiği bir şehir haline gelmiştir.
4) Türkiye’de siyasal iklimin normalleştiği ve laikliğin tartışma konusu olmaktan çıktığı, hayat tarzına dönük baskıların sona erdiği ya da azaldığı ve seküler sağ partilerin yeniden ortaya çıktığı bir ortamda İzmir’de yeniden merkez sağ partilerin birinci olmaması için bir neden yok. Kimi analistler, özellikle 2002’den bu yana İzmir seçmeninde CHP’ye oy verme alışkanlığının yerleşikleştiğini ve bunun uzun vadeli bir etki yaratabileceğini söylemekte. Ancak İzmir siyasi tarihi bu analizleri çürütmektedir; 1965’te AP`yi %62 ile rekora koşturan şehrin, bundan sadece 8 yıl sonra keskin şekilde CHP’ye yönelmesi İzmir’deki oy geçişkenliğine örnek olması bakımından önemlidir.
5) İzmir’in oy tercihlerindeki keskin farklılaşmalar, esasen İzmir seçmeninin kolay fikir değiştirmesinden ve kayganlığından değil, aksine İzmir seçmeninde hakim olan stabil değerlerden kaynaklı. Daha açık ifadesiyle değişken ve kaygan olan İzmirli seçmen değil, Türkiye siyaseti ve siyasi partileri. İzmir’de seçmen, önceki bölümlerde bahsettiğimiz temel önceliklerini ve beklentilerini gözeterek, buna en uygun siyasal harekete yönelmektedir. Türkiye siyasetinde partilerin ve siyasilerin konjonktüre göre fikir ve pratik değiştirme alışkanlığı yaygın olduğu için, partilerin değişen pozisyonuna göre İzmir halkı da tercih değiştirmektedir.
6) Yazının başlığına yanıt vererek bitirelim: Tüm veriler ve analizler ışığında söylenebilir ki İzmir, sadece İzmir’in ve İzmirlilerin kalesi.
NOT: Bu yazı, 2017 yılında Sosyal Demokrat Gençlik Derneği’nin internet sitesi için hazırlanmış analiz metninin düzenlenmiş, güncellenmiş ve gözden geçirilmiş halidir.