1973 yerel seçimleri öncesinde İzmir sokakları, CHP minibüslerinden yayılan aşağıdaki dizelerle çınlıyordu:
Karşıyaka’dan görünüyor Konak
İşte geliyor Alyanak
Osman’ım sen de güzelsin ama
İlle de İhsan Alyanak
Haydi bastır Karaoğlan
Yıkılsın Osman, seçilsin Alyanak
Rekabetteki nezaketi, zarafeti ve inceliği görmemek mümkün değil. Bugün bu nezaket ve rekabeti mizahla harmanlayan siyaset ise oldukça uzak geliyor. Adalet Partili Osman Kibar ile CHP’li İhsan Alyanak’ın kıyasıya rekabeti, sadece demokratik değil, aynı zamanda insani bir boyut taşıyordu. Alyanak – Kibar rekabetinin niteliği, siyasal kültürümüzün evrildiği inceliksiz ve gergin noktayı fark ettirmesi bakımından çarpıcı bir anımsatma.
1960’lar ve 70’ler, yerel seçimlerde kişilerin ve projelerin, partinin ve parti genel başkanının önüne geçtiği yıllardı. Ancak yıllar geçtikçe yerel seçimlerde parti genel merkezlerinin rolü hissedilir ölçüde artmaya başladı. Sözgelimi 70’lerde, bilhassa üç büyük şehirde parti il örgütlerinin eğilimi, belediye başkan adaylarının belirlenmesinde son derece etkiliydi. CHP Ankara İl Örgütü, 1973 yerel seçimlerinde belediye başkan adayı Vedat Dalokay’ı, “CHP Ankara İl Örgütü, Mimar Vedat Dalokay’ı Ankara halkına takdim eder” şeklinde duyuruyordu. Bugünse böyle bir şeyi hayal etmek dahi olanaksız. Kuvvetle muhtemel, böyle bir işe kalkışan il örgütü (en iyi ihtimalle) görevden alınır ya da ihraç istemiyle disipline sevk edilir.
1980’lerdeki ANAP’lı yıllarla birlikte ise, parti örgütünün yerini genel merkezdeki etkin güçler ve genel başkan almaya başladı ve diğer siyasi partilerde de benzeri eğilimler baskın hale geldi. 12 Eylül darbesi sonrasında değişen Siyasi Partiler Kanunu ve dayatılan genel merkez ve Ankara merkezli yeni siyasal kültür, partilerin kadın, gençlik ve yerellik temalı etkinliklerine şüpheyle yaklaşıyor, siyasetin Ankara merkezli yapılmasını teşvik ediyordu. Nitekim darbenin lideri Kenan Evren, yıllar boyu partilerin gençlik kollarını, kadın kollarını, il ve ilçe örgütlerinin varlığını eleştirmekten imtina etmemiş, siyasetin genel merkez odaklı yapılması gerektiğini ima edip durmuştu. Yani daha açık ifadesiyle 12 Eylül rejiminin demokrasimize en büyük kötülüklerinden biri, yerel seçim süreçlerinde işleyen yerel demokrasiyi ve özgürlüğü yok etmek olmuştur. İşte bu iklimde 1984 yerel seçimleri, 12 Eylül ruhunun tezahür ettiği ilk yerel seçimler oldu. Adaylardan ve adayların projelerinden çok, ANAP ve Özal konuşuldu. Yereldeki sorunlar değil, ülke siyaseti seçimlerde belirleyici oldu.
1984 ile birlikte başlayan yerel seçimlerin bağlamından kopması süreci, günümüze kadar artarak sürdü. 90’ların kaotik ve bölünmüş siyasal ortamı nedeniyle özellikle 1999 yerel seçimleri, adayların ve projelerin ön plana çıktığı bir seçim olmuştu. Uzun yıllardan sonra ilk kez adayların daha ön planda olduğu bir seçim yaşanmış olsa da yine il ve ilçe örgütlerinin aday belirleme süreçlerindeki rolü oldukça zayıftı. AKP’nin iktidara geldiği 2000’lerle birlikte 80’lerdeki yerel seçim atmosferini bile mumla arar hale geldik. Siyasetin iki büyük gücü AKP ve CHP, tamamen ülke siyaseti+genel merkez+genel başkan odaklı yerel seçim stratejisiyle uzun yıllardır yerel seçim bağlamını öldürmeye devam ediyor.
Demokrasi, kişinin evinden başlar ve kapısının önüyle devam eder. Genel siyasete ve “büyük” sözlere gelmeden önce geçilen ilk yerler, burasıdır. İşte yerel siyaset, sizin o mikro yaşam alanınıza dokunan, onu etkileyen ve şekillendiren bir alan. Tam da bu nedenle merkezi yönetimin aslında en az konuşması gereken, toplumsal taleplerin direkt tezahür etmesi gereken başat bir alan. Yerel seçimlerin bu bağlamdan uzaklaşması, aslında ülkemizdeki demokrasi kültürünün de giderek gerilediğine bir işaret.
Yerel seçimler yaklaşıyor. Siyasetin her döneminde kendini ülkeden bir nebze olsun soyutlamayı başaran İzmir, bakalım 2019’da bunu becerip, özgün ve özgür bir yerel seçim kampanyasını sergileyebilecek mi? Siyasi partilerin İzmir il örgütlerine büyük bir görev düşüyor. Umudum az, fakat bekleyip göreceğiz.