Türkiye yeni bir azınlıkla karşı karşıya. Kadim azınlıklara olduğu gibi bu yeni azınlığa da bitmek tükenmek bilmeyen bir nefretle saldırılıyor ve ülkenin tüm sorunları için onlar hedef gösteriliyor.
Ülkemizde bugün 3,5 milyondan fazla Suriyeli var. Suriyeli göçmenlerin bazısı geçici statüde, bazısı vatandaş, bazısı kalıcı oturma iznine sahip, bazılarıysa yasadışı olarak Türkiye’de yaşıyor. 80 milyon nüfus olduğunu düşünürsek ülkenin yüzde 4’ünden bahsediyoruz. Azımsanmayacak, kayıtsız kalınamayacak kadar büyük bir nüfustan bahsediyoruz. Çoğu senelerdir burada olan, burada hayatlarını yeniden kurmuş ve bu kadar büyük bir topluluk söz konusuyken Türkiye toplumunun yüzleşmesi gereken gerçek ortada: Suriyelilerin büyük çoğunluğunun burada kalıcı olduğunu kabullenmek zorundayız. Ne kadarı “savaş bitince dönmek istiyoruz” dese de pratikte bu o kadar kolay olmayacak. Suriye’de evleri yıkılmış, şehirleri harap olmuş insanlardan nasıl burada açtıkları dükkanları, aldıkları evleri, çocuklarını yazdırdıkları okulları bırakıp gitmelerini isteyebiliriz?
Bu kalıcılık ne demek? Tabi ki Suriye’deki çatışmalar duruldukça Türkiye’de yerleşmiş birçok Suriyeli ziyaret için gidip gelecek. Bu durumun bir benzerini yazları Almanya’dan gelen Türkler ya da Meksika’yla bağını koparmayan Amerika’da yerleşik Meksikalılarda da görüyoruz.
Bu iki örnekte de olduğu gibi göçmen gruplar yerleştikleri ülkede saldırılara maruz kalıyor. Her fırsatta Almanya’da Türklerin durumunu, Gastarbeiter (konuk işçi) statüsünün zorluğunu, Mesut Özil’in dile getirdiği toplumsal reddi konuşan Türkiye toplumu arkasını dönüp Almanya’da olanların aynısını, hatta beterini, hiç de utanmadan yapabiliyor.
Türkiye’de Suriyelilere karşı farklı illerde evlerine ırkçı kundaklama saldırılarından, Suriyeli mahallelerine dalıp insan bıçaklamaya ve kavga çıkarmaya kadar birçok olay yaşanıyor. Dükkanlara, evlere ateş açılıyor, bu mekanlar basılıyor.
Bu doğrudan şiddete ek olarak bir de ağır toplumsal baskı var. Her siyasi kesimden Suriyelileri hedef alan, “bunlar işleri çaldı,” “kiralar onlar yüzünden yükseldi,” “bizim devletimiz niye onlara sağlık hizmeti veriyor?,” “hepsini geri göndereceğiz” ve belki de savaştan kaçmış bir grup için söylenebilecek en rezalet ifade olan “neden bizim adımıza Suriyeli mültecileri silah altına almıyoruz?” gibi ruhsuz, empatiden yoksun, yabancı nefreti dolu söylemler yükseliyor.
AKP’den MHP’ye, CHP’den İYİ Parti’ye her partiden Suriyelilerle ilgili kabul edilemez sesler çıktı. Bu söylemler karşısında tabi ki Suriyeli nüfus güvenliği ve geleceği için korkuyor. Hrant Dink Vakfı’nın 2017 yılı nefret söylemi raporuna göre yazılı medyada Ermenilerden, Rumlardan daha çok nefret gören, Yahudilerden sonra ikinci sırada olan grup Suriyeliler. Bu nefret sadece medyada ya da siyasiler arasında değil, sosyal medyadan da görüldüğü gibi tabana yayılmış bir his.
Suriyelilerin yerleşmelerine ve uyum sağlamalarına engel olan birçok politika var. Kiralar yüksek olduğu ve kimse Suriyeli ile komşu olmak, onlara ev kiralamak istemediği için gettolaşma var. İstanbul Yusufpaşa’ya gidiyorsunuz, sokakta Arapça konuşuluyor çünkü Suriyelileri başka mahallelerde rahat bırakmıyorlar, yaşatmıyorlar. Hem Suriyelileri nefretle gettolaştırıp, göçmen mahallelerine itekleyip, hem de dillerini yasaklayamayız. Tamamen yabancı nefretinden doğan Esenyurt Belediyesi’nin Arapça tabela yasağı kendi gettolarında bile Türkiye toplumunun Suriyelileri rahat bırakmadığını ortaya koyuyor.
Suriyelilerin bir yere gitmediği aşikâr: daha yakın zamanda geçici kimlik sırası için oluşan izdihamdan belli Suriyelilerin burada çalışmak, yaşamak için uğraştığı. Türkiye istediği kadar yeni kontrol altına aldığı Afrin’de okul açmaya, hastane kurmaya, kaymakam, emniyet görevlileri, jandarma atamaya devam etsin. Her gün “Hepsini Afrin’e yollayacağız” açıklamaları yapsın. Türkiye’deki Suriyelilerin büyük çoğunluğunun o bölgeden gelmediği, Türkiye’nin oradaki demografik dengeyle oynamaya çalıştığı bir yana, üç buçuk milyon insanın Türkiye’den sürülemeyeceğiyle yüzleşmek şart. Hem muhalefetin hem hükümetin hem de geniş toplum kesimlerinin bunu anlaması lazım.
Artık yüzde 4’ü evde Arapça konuşan, Suriye’de akrabaları olan, getto tarzı mahallelerde yaşayan etnik Suriyeli Arap azınlığı olan bir Türkiye’de yaşıyoruz. Daha önce de doğruydu, Suriyelilerle beraber daha da belirginleşti ki Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor. Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Çerkezler, Yahudiler ve gayet büyük ve ülkenin geleceğinde önemli rol oynayacak bir Suriyeli azınlık da yaşıyor. Türkiye’de doğan, hiç Suriye’yi görmemiş birçok Türkiyeli Suriyeli var ve daha da fazlası olacak. Onların bu ülkenin geleceğinin nasıl parçası olacağını konuşmak zorundayız ve bu diyaloga olabildiğince Suriyeli’yi de dahil etmek zorundayız. Onların da masada olmaları gerek.
Türkiye toplumu olarak bu gerçeği ne kadar hızlı kabullenirsek o kadar çabuk çözüm üretmeye, beraberliği destekleyen politikaları hayata geçirmeye başlarız.