[Bu yazı, gazeteci Zia Weise’nin 13.02.2017 tarihli yazısının Emrah Aslan tarafından yapılan özel çevirisidir. Yazının İngilizce orijinali ve tam metni için linki tıklayınız.]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daha fazla (politik) güç elde etmeye dönük planlarını kararlı bir şekilde sürdürmesiyle, hükümet de ülkenin geleceğini (giderek) parlamento dışında şekillendirmeye başladı.
Geçtiğimiz ay (Ocak 2017), milletvekillerinin çoğunun, Erdoğan’ın uzun zamandır beklenen başkanlık sistemi rejimini kurması için tasarlanan anayasa değişiklikleri hakkında lehte oy kullanmasının ardından, Milli Eğitim Bakanlığı da yeni öğretim yılı için taslak bir müfredat yayınladı.(Cumhurbaşkanlığı sistemi düzenlemesinin geçmesinin ardından rahatlayan hükümetin, eğitim reformuna yöneldiği vurgulanıyor.)
Müfredattaki bazı değişiklikler başlangıçta oldukça masum görünüyordu: Çocuklar, artık sözgelimi Einstein ve Newton’la birlikte, aynı zamanda ünlü Türk ve Müslüman bilim adamları hakkında da eğitilecekler. Ancak laik eğilimli Türkler, evrim ve ülkenin kurucu lideri olan Atatürk’le ilgili bilgilerin kaldırılmasına (ya da azaltılmasına) öfkelenerek, (siyasal iktidarı) muhafazakâr ve dini ideolojiyi eğitime enjekte etmekle suçluyorlar.
Genellikle hükümet politikalarını eleştiren muhalif bir eğitim sendikası olan Eğitim-Sen, taslak müfredatın “Türklük” ve Sünni İslam’ı vurgulamasından yola çıkarak, bunun “dindar ve milliyetçi” bir zihniyeti teşvik edeceğinden endişe ediyor. Öte yandan, ülkenin en büyük muhalefet partisi CHP’nin milletvekilleri de, müfredat değişikliğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün (ders kitaplarından) “silinmesi” olarak gördüklerini beyan ederek, “Milli Eğitim Bakanlığı,müfredatta (ders kitaplarında) Atatürk’ü ve halefi İsmet İnönü’yü kapsayan bölümleri (kasten) daraltmak/azaltmak istedi.” şeklinde demeçler verdi.
Hükümetse, yeni müfredatın Türkiye tarihi milli ve ahlaki bir perspektiften öğreteceğini açıklayarak eleştirilere karşılık verirken, Milli Eğitim Müsteşarı Yusuf Tekin, temel amaçlarının milli değerlerin korunması olduğunu vurguladı. Buna ek olarak bakanlık, din eğitimi konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uymaya ve (ders kitaplarında geçen) “dinimiz” gibi cümleleri daha tarafsız bir ifade olan, “İslami dini” ifadesiyle değiştireceğine söz verdi.
Milli Eğitim Bakanlığı, Türk siyasetinde nadir bir örnek olarak görülebilecek şekilde, müfredat çalışmalarıyla ilgili (kamusal) geri bildirimler talep etmekle birlikte, bu eleştirilerin dikkate alınacağı beklentisi ve olasılığı düşük. Fakat seküler ülkenin anayasal laiklik sistemine bağlı Türkler, yaşam tarzlarının Erdoğan’ın ve onun dindar destekçilerinin tehdidi altında olduğunu düşünüyor.
Türkiye’deki laik-dindar rekabeti, cumhuriyetin kendisi kadar eski bir konudur. Atatürk`ün 1920’lerde başlattığı reformları takiben dindarlar marjinalleştirilirken, ülkeye laik seçkinler hükmediyordu. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2002’de iktidara gelmesiyle her iki kesimin kaderinin bir nevi tersine döndüğünü söylemek mümkün.
AKP iktidarının ilk yıllarında, üniversitelerde başörtüsü yasağının uygulandığı ve başörtülü kadınların eğitim kurumlarından dışlandığı dönemde liberaller ve muhafazakârlar, Erdoğan’ın farklılıklar arasında köprü görevini görmesinin de etkisiyle, bu yasağı tersine çevirip ortadan kaldırmışlardı. Fakat zamanla, her iki kesimde de söylemler (ve politik pozisyonlar) daha da sertleşti. Kadının aslı görevinin annelik olduğu retoriğini destekleyen bakanlar, Ramazan ayında bir Radiohead partisinin mafyavari şekilde basılması ve alkollü ürünlere dönük çok yüksek vergiler, seküler Türkler arasında kuşatılmışlık duygusunun artmasına katkıda bulundu.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye’de eğitimin bir tür savaş alanı olarak ortaya çıktığı ilk zamanlar değil. Hükümetin okullarda kızların başörtüsü takmasına izin vermesi ve Erdoğan’ın Osmanlıca dersleri konusundaki çağrıları, seküler Türkler arasında tepkiyle karşılandı, kınandı. 2014 yılında pek çok ebeveyn, yaklaşık 40 bin öğrencinin istekleri dışında İmam Hatip Okulları’na kaydedilmesine karşı sokaklara indi.
İmam-Hatip Okulları, 1923 yılında Atatürk’ün laik vizyonuna uygun olarak, din üzerinde devlet kontrolünün sağlaması ve imamları (laik düşünceye göre) eğitmek üzerine kurulmuştur. Bugünse İHL’ler, öğrencilerine din derslerine ek olarak ulusal müfredatı da öğreten, AKP’nin 2002’deki seçim başarısından sonra öğrenci sayısı 63 binden 1 milyona çıkan kurumlar haline geldi. “Dindar nesil” yetiştirme hedefini dile getiren Erdoğan da, imam hatip mezunu bir siyasetçi.
Dinin toplumsal yaşamdaki rolündeki artışa rağmen Türk eğitim sistemi, yıllarca el değmemiş bir şekilde kendi varlığını sürdürdü. Bununla birlikte, (özellikle sonra yıllarda) evrimin müfredattan kaldırılması ve cihad kavramının ders kitaplarına girmesi üzerine, seküler düşünceli ebeveynler, bakanlığın planlarına daha da şüpheyle yaklaşıyorlar.
Bununla birlikte, yeni eğitim müfredatında İslam’a dönük artan vurgu, eleştirilerin odaklandığı tek nokta değil. 15 Temmuz’da hükümeti devirmeyi planlayan darbecilerin başarısız olması ve bu (geri püskürtmenin) Erdoğan’ın politik vizyonu sayesinde gerçekleştiği fikri, bir mit haline getirildi. Yaz tatilinden sonraki ilk ders haftasında, tüm öğrencilere hükümet tarafından kaleme alınmış ve darbe girişimini anlatan bir broşür verildi, ayrıca Ankara sokaklarına ateş açılma görüntüleri de, Erdoğan’ın okuduğu şiirlerle birlikte video olarak izletildi.
İstanbul’da lisede görev yapan bir tarih öğretmeni, “İktidar, Erdoğan’ı bir kahraman olarak sunmak için darbe anlatısını kullanıyor” diyor. (Öğretmen, özellikle eğitimciler için zorlu iklimi göz önüne alarak, isminin anonim kalmasını istiyor. Türkiye’de darbe girişiminin ardından on binlerce öğretmen ve akademisyen görevden alındı.)
Öğretmen, telefonundaki darbe kurbanlarının sınıf duvarına yapıştırılmış fotoğraflarını göstererek, “Bu tamamen politik bir tarih. Eskiden de çok farklı değildi. Fakat şimdi, (bu tarih anlatısında) daha az Atatürk ve daha çok Erdoğan olacak.” dedi.
Yeni müfredat, Eylül ayında (2014) uygulanmaya başlıyor. Fakat konuştuğumuz Tarih öğretmeni, kendi uygun gördüğü kitapları okutmaya devam edeceğini söylüyor. Sınıf mahremiyetinde, onun önerdiği alternatif kitapları kimsenin engelleyemeyeceğini düşünüyor ki, bu da ateşli bir protestodan farklı değil.
Ve öğretmen sözlerini bitirirken, gülümseyerek, “Türkiye’de” dedi, “Eğitim politiktir.”