16 Nisan Referandumu, Türkiye’de bir pratik olarak demokrasinin sonu oldu. Bu sonucun hileyle sağlandığına yönelik çok sayıda kanıt olmasına rağmen devlet kurumları saatlerini geriye, 1944 Türkiye’si standartlarına aldılar. Tamamen iktidarın güdümündeki yargı, tüm kurumlarıyla adaleti değil, tek adam iktidarını korumaya yönelik reflekslerini referandum gecesinden göstermeye başladı. Türkiye’de adalet ve demokrasi isteyenlerin, eğer şimdiye kadar yapmadılarsa, devlet kurumlarından ümitlerini artık kesmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi birkaç istisna dışında bunun ayırdında gözükmüyor. Şimdiden sonucu belli olan 2019 Cumhurbaşkanlığı için strateji belirlemeye çalışmak yenilginin kabul edildiği anlamına geliyor.
Oysa Türkiye’nin batısında ve üç büyük kentte Erdoğan’ı ve onun tek adamlık özlemini referandumda yenen ve referandumu kazanan, toplumun çoğunluğunu temsil eden bir kitle var. CHP Genel Başkanının şapkasını önüne koyup kukla başbakanla gülüşerek fotoğraf çektirmesinin açıkça iradesi çalınan Türkiye halkının nazarında nasıl algılandığını bir düşünmesi gerekir. Eğer CHP kendisine zorla giydirilen yenilmişlik psikolojisini üzerinden atamazsa ve anlamlı bir muhalefet ortaya koyamazsa kurulmakta olan diktatörlükle beraber tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolabilir.
Adaletin yerini gücün aldığı tek adam Türkiye’si toplumsal barışa olabildiğince uzak, nefret ve korku söylemleriyle yönlendirilen bağnaz, cahil ve saldırgan bir kitle arzuluyor. CHP’nin artık bir hükmü kalmayan mecliste “abidik gubidik” işlerle enerjisini harcamak yerine, halkın içinde, iktidarın başına Hayır’ı çalan Ankara’da, İstanbul’da ve diğer kentlerde mahalle mahalle demokrasiyi örgütlemesi gerekiyor. 2019’a gelindiğinde sadece devlet ve devletin partisi AKP ayakta kalmış olacak. CHP’nin bu iki senelik dönemde yerel demokrasi direnişini örgütlemesi gerekiyor. Bu gereklilik elbette ki CHP’nin bunu başarabileceği anlamına gelmiyor. Ancak en azından denemeli. Bırakın kukla başbakanla Bahçeli kendi aralarında diktatörlüğe uyum yasalarını geçirsinler. CHP sokakta demokrasiyi örgütlemeli.
Demokratik direniş örgütlenirken şiddet ve şiddeti öven dil baştan reddedilmeli, tüm ezilenleri, Kürtleri, Alevileri, işçileri, yoksulları, göçmenleri ve doğayı kucaklayan bir söylem seçilmeli. Zaman ülkenin ve halkın hakkını diktatörlüğe karşı savunma zamanıdır. Hak savunusu iktidarın dilini konuşarak değil ezilenlerin acıları paylaşılarak yapılır. Her türlü demokrasi dışı baskıya karşın CHP’nin yapması gereken Birleşik Haziran Hareketi, Demokrasi İçin Birlik, DİSK, Taksim Dayanışması, Halkevleri, LGBTİ hareketi temsilcileri ve benzeri paydaş örgütlerle sokakta mahallede ortak demokratik eylemler gerçekleştirmektir. CHP’li belediyeler mahalle çözüm merkezleri benzeri yerel demokrasiyi öne çıkaran kurumlara yatırım yapmalıdır. HDP ile dayanışmaktan utanılıyorsa en azından demokratik Kürt hareketinin önünü kesecek davranışlardan uzak durulmalıdır. “Yok, eğer yapamıyorsanız dükkânı kapayın, yazlığa yerleşin” derim. Yerinize mutlaka halkı kucaklayan başka bir demokrasi hareketi gelecektir.
Bence Chp boyle bir donusumu yapacak gucte olsa bile artik o isim altinda bir halka yapamaz diyorum. Bahsettiginiz ve tamamen katildigim halki vatan ve demokrasi etrafinda kuvvetlice halkalandiracak bir girisim gerek ve de yeni isiimler, gencler ve yitirilmemis genc guclerle ki varlar.