Türkiye’nin muhalefet partileri, 15 Temmuz’daki kanlı darbe girişimine karşı ilk andan itibaren dik ve ilkeli durdular. Cuntacılara karşı seçilmiş Hükûmete ve parlamenter demokratik rejime sahip çıktılar.
Muhalefet, 15 Temmuz sonrası süreçte de “Yenikapı ruhu” olarak adlandırılan birlik ve beraberlik söylemine kredi açtı, bedel ödemek pahasına yapıcı davrandı. Bugün geldiğimiz noktada akıl ve vicdan sahibi tek bir iktidar mensubunun dahi muhalefetin verdiği destekle ilgili bir şikayeti, serzenişi olamaz, olmamalıdır.
15 Temmuz sonrası ülkemizde oluşan iklimde uzlaşma kültürünün ve müzakereci demokrasinin temelleri atılabilecekken, ne yazık ki iktidarın darbe fırsatçılığı bu umudu boşa çıkardı. Yenikapı ruhunun sunduğu tüm imkanlar tek adam yönetimini ve otoriter rejimi derinleştirmek, hukuk devletinin altını oymak, cadı avını yaygınlaştırmak ve komplocu kin ve nefret söylemini yükseltmek için kullanıldı.
İktidarın Tetikçi Kalemşorları
Bu da yetmezmiş gibi iktidarın en seviyesiz, etik ve nitelik yoksunu müfteri ve tetikçi kalemşorları eliyle muhalefet mensuplarına yönelik yalan ve karalama kampanyaları, karakter suikastları hayata geçirildi. Bu saldırıların münferit olmadığı ve iktidarın sistematik bir kampanyasının parçası olduğu son derece açık.
Bu süreçte, ağzından 15 Temmuz’u düşürmeyen iktidarın 15 Temmuz cuntacılarıyla mücadelede bir zaafa düşmekte olduğu da gözden kaçmamalıdır. Çok bağırmak, yumruk sallamak ve kitlesel mağduriyetlere yol açmak etkin ve istekli mücadele edildiği anlamına gelmemektedir. Hukukun üstünlüğünün ve adil yargılama sürecinin ayaklar altına alınması benzeri başka davalarda olduğu gibi 15 Temmuz davalarının düşmesi ve suçluların beraatı ile sonuçlanabilecek bir süreci doğurabilir.
Muhalefet Ne Yapmalı?
Bu kritik dönemeçte muhalefetin mahcubiyetini atması, kendine yöneltilen iftiralara yanıt verme tuzağından kurtulması, vakit ve enerjisini proaktif bir şekilde kullanarak iktidar takipçiliğinden toplumsal önderliğe geçmesi gerekiyor.
Muhalefetin ana ilkesi, istisnasız tüm 15 Temmuz cuntacılarıyla yargı önünde hesaplaşmak olmalıdır. Darbe soruşturmaları hangi kişilere, hangi makamlara, hangi kurumlara ve hangi partilere uzanırsa uzansın kararlılık ve özenle takip edilmelidir. Bu hesaplaşmada kullanılacak temel kriter de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kopenhag Kriterleri ve Avrupa Birliği müktesebatı olmalıdır.
AKP’nin 15 Temmuz sürecini eski ortağı Gülen cemaatiyle hesaplaşma sürecine çevirme çabası, darbenin Gülen cemaati mensubu ya da sempatizanı olmayan sorumlularının gözden kaçmasına ve kaçırılmasına yol açmaktadır. Oysa ki 15 Temmuz’daki cunta treni’nde Gülen cemaati mensubu kesimlerin mevcudiyeti nasıl aşikârsa Gülen cemaati mensubu olmayan kesimlerin henüz bütünüyle açıklığa kavuşturulamayan mevcudiyeti de aşikârdır. Muhalefete düşen bu cuntacı yapılanmanın tüm boyutlarının ortaya çıkarılması için ısrarcı ve takipçi olmaktır.
AKP’nin 15 Temmuz ile mücadeleyi salt “FETÖ ile mücadele” çerçevesine indirgeme çabasını eski ortağıyla hesaplaşan birinin öfkesi ve dar görüşlülüğü olarak yorumlamamak gerekir. Burada darbenin ve cunta treninin bazı boyutlarının gözden kaçırılmaya çalışılmasına yönelik sinsi bir algı operasyonu da yürütülmektedir.
Süreci yakından takip eden pek çok kişinin de sezdiği gibi darbenin izleri tüm partiler içinde ağırlıklı olarak iktidar partisini işaret etmektedir. 15 Temmuz’un iktidar partisi ve bürokrasi boyutu, özellikle de “parti devleti” bürokrasisi boyutu, tüm yönleriyle açıklığa kavuşturulmadan 15 Temmuz ile, askeri vesayetle ve cunta heveslileriyle başarılı bir mücadele yürütülemez.
15 Temmuz’da kaybettiğimiz 241 can, toplum olarak yaşadığımız travma, siyaset ve ekonomimizin maruz kaldığı sarsıntı askeri darbelere karşı “Bir Daha Asla!” ruh ve iradesini çelikleştirmelidir. Ama bunun yolu hakaret, iftira ve hamasetten değil bağımsız yargı sürecinden, etkin çalışan Meclis araştırma komisyonlarından ve özgürce görev yapabilen araştırmacı gazeteci ve akademisyenlerden geçmektedir.
Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Algı Operasyonu
AKP’nin 15 Temmuz sonrası süreçte hukuk ve demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri ayaklar altına alan yaklaşımı darbecilerle mücadele azim ve isteğinin doğurduğu aşırılıklar ve samimi hatalar olarak sunulmaktadır. Bu Cumhuriyet tarihinin en büyük algı operasyonlarından biridir. Bugün yapılmakta olan “samimi” hatalar, tüm darbecileri ifşa etmek için değil bazı darbecileri örtmek ve saklamak için yürütülen büyük bir stratejinin parçasıdır.
Belli ki cunta treni, Hükûmeti sıkıntıya sokacak ve utandıracak kişi ve kurumları içermektedir. Bunun da ötesinde cunta trenine binmemiş fakat gaflet ve kifayetsizliği nedeniyle bu kalkışmayı öngörememiş, engelleyememiş olan sorumlular da hesap vermelidir. Seçilmiş ve atanmış sorumlulara adli, idari ve siyasi süreçlerle hesap sorulmalıdır.
Muhalefete düşen, kendinin de 15 Temmuz’un en az Hükûmet kadar mağdurlarından biri olduğunu fark edip, cuntacıların üzerine en az Hükûmet kadar istek, azim ve kararlılıkla gitmesidir; ama bir farkla – istisnasız tüm cuntacıların üzerine!
Eğer muhalefet Hükûmetin algı yönetiminden kendini kurtarabilirse, hiç kuşkusuz araştırma ve soruşturmalarının sonucu umulmadık hakikatler açığa çıkaracak, çok şaşırtıcı sonuçlar doğuracaktır. Muhalefete düşen gizlenmeye çalışılan bu ipuçlarının izini sürmektir, bu izler her nereye uzanıyorsa uzansın!
“..Gülen cemaati mensubu olmayan kesimlerin henüz bütünüyle açıklığa kavuşturulamayan mevcudiyeti de aşikardır.”
Burada kastettiğiniz dış bağlantılarsa evet onlara da ulaşmak için mücadele sürdürülmelidir. Yok TSK içindeki Atatürkçü, Sol, anti RTE vs. kesimler ise burada CHP için bir tehdit henüz geçmiş değildir. İddianamelerde, Siyasi idarenin etkisiyle de darbe bildirisindeki Atatürk ve diğer ulusal konulara yapılan atıflara dayanarak CHP aniden hedefe konmak istenebilir.
Öte yandan dünya siyasetinin bu girişimle ilgili şüpheleri, son paragraftaki “şaşırtıcı sonuçlar” ifadenizle ilgili olduğu kanaatindeyim.