15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra Erdoğan/AKP iktidar bloku farklı düzlemlerde, farklı toplumsal kesimlerle ve farklı siyasi partilerle yeni koalisyonlar arıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nda düzenlediği HDP’siz liderler zirvesiyle başlattığı bu yeni arayış, yine HDP’si gerçekleşen Yenikapı Mitingi’yle önemli bir mesafe aldı.
Bu süreçte toplumun farklı kesimleriyle farklı platformlarda bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, son olarak iki yıl önce adli tatil açılışında sert bir tartışma yaşadığı ve solunu terk ettiği Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) Başkanı Metin Feyizoğlu ve üyelerini kabul etti. Medyaya yansıyan görüntüler gerçekten 2 yıl önceki gerilimden çok farklıydı.
Erdoğan/AKP iktidar bloku, 15 Temmuz’dan sonra farklı toplumsal kesimlerle “birlik ve beraberlik” mesajı vererek; bir yanda darbenin yarattığı tahribatları ortadan kaldırmaya çalışırken diğer yandan içeriye ve dışarıya aynı mesajı veriyor.
15 Temmuz’dan sonra sarayda liderler zirvesiyle başlayan ve son TBB’yi kabulü ortaya çıkan arayışların Erdoğan/AKP iktidar bloku için tek bir anlamı var; kendisi için yeni “taşıyıcı koalisyonlar” inşa süreci.
Erdoğan/AKP iktidar bloku 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan siyasi yalnızlığını yeni taşıyıcı koalisyonlar ile aşmak istiyor. Sadece siyasi partileri değil, toplumsal kesimleri ve kimi STK’ları da bu sürecin parçası yapmak istiyor.
Geriye dönüp baktığımızda bu stratejinin AKP açısından bir ilk olmadığını görürüz. AKP, 2007-2011 dönemi benzer bir strateji izleyip başarılı oldu.
Aynı kültürel kimlikten geldikleri cemaatle kendiliğinden kurulan işbirliği bu dönemde AKP’nin en güçlü taşıyıcı koalisyonu oldu.
Bununla birlikte AKP ile AB üyeliği, demokratikleşme, haklar ve özgürlükler bağlamında özgürlükçü solcular, demokratlar ve liberaller de benzer bir koalisyon kuruldu.
AKP iktidarının 2007 ve 2011 seçimleri ve 2010’daki anayasa referandumundaki başarısında bu koalisyonun payı oldu.
ARAP BAHARININ BOZDUĞU KOALİSYONLAR
Ancak AKP, Arap Bahar’ından sonra 2011 öncesinde sahip olduğu vizyonu terk edip –yakın çevremizdeki pek çok kişi, zaten AKP’nin hiç değişmediğini ve gizli ajandasının hep bu olduğunu söylemeye devam etti- başka bir siyasallaşmaya yöneldi.
İç ve dış politikada birbirine uyumlu olan bu siyasallaşma özünde bir kimlik politikasına dayanıyordu. Dış politikada, dinsel kimlik üzerinden bölge liderliği, iç politikada aynı dinsel kimlik dışında herkesimin öteki ilan edildiği bir süreç başladı.
Örneğin Suriye’de “Esat gitsin” pozisyonun içerdeki yansıması; Gezi, “Alevi kalkışmasıdır” oldu.
2011’den sonra izlenen iç ve dış politikası önce Gezi sonra 17-25 Aralık sonra iflas etti.
Bunlarla hesaplaşma ve sorumluların tespiti ve hesap vermesi yerine bastırma, yok sayma ve ötekileştirme ile mesafe almaya çalıştık.
Özetle 2011 sonrası politik tercihler, Erdoğan/AKP iktidar blokunun geçmişte kurduğu tüm zımni koalisyonların bozulması ile sona erdi.
AK Parti’nin “ustalık” olarak tanımladığı üçüncü dönem, toplumsal barışı güçlendirecek bir sosyal restorasyon dönemi değil, toplumu tek bir kültürel kimlik doğrultusunda dönüştürme hedefi olarak karşımıza çıktı. Bu yönüyle kaçınılmaz olarak kutuplaştırıcı oldu.
Bu açıdan ne kadar anlamlı bir referans olur bilmiyoruz ama İstanbul İl Başkanı Aziz Babaşçu’nun 31 Mart 2013’teki yaptığı Freudyen okuma ile bir “lapsus” çok şey söylüyordu bize; “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir tanımlama özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir.
İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.”
Bu deneyimden edindiğim en önemli sonuç şu oldu; temeli demokrasi, çoğulculuk, katılım, temel hak ve özgürlükler olamayan hiç bir ortaklık beklenen sonucu vermediği gibi güçlü olanın manipülasyonuyla sona erdi.
Demokratikleşme, normalleşme, sivilleşme hedefi gerçekleşmediği gibi ortalık; kullanılma, kullanışlı aptallık, aldatılma, kandırılma şikayetlerinden geçilmiyor.
YENİ BİR BAŞLANGIÇ MÜMKÜNDÜ
15 Temmuz sonrası her yazı ve analizimizde şunu ısrarla vurguladık; Darbe girişimi Erdoğan/AKP iktidar blokuna 2011 sonrasında savrulduğu toplumsal kutuplaşmadan dönüş ve yeniden demokratikleşme için bir fırsat sundu.
Bu fırsatın kullanılmasının basit bir zorunluluğu var; toplumsal katılımın hem sivil hem de siyasal düzelmede eksiksiz sağlanacağı bir diyalog ve uzlaşma ortamı.
Oysa 15 Temmuz sonrası liderler zirvesi, Yenikapı mitingi başta olmak üzere bu ortam ne yazık ki sağlanamadı. Dahası sağlanma konusunda umut giderek azalıyor.
Çünkü Erdoağn/AKP iktidar bloku, 2007-2011 döneminde kendisine tehlike olarak gördüğü “askeri vesayeti” etkisiz kılmak için nasıl bu vesayete karşı çıkan herkesle “taşıyıcı koalisyon” kurup uzlaşma yaptıysa; bugün aynı “taşıyıcı koalisyonları”, “cemaat” ve “Kürt siyasi hareketi” karşıtlığı üzerine inşa ediyor.
Erdoğan/AKP iktidar blokunun 15 Temmuz’dan sonra tüm siyasi arayışı bu “karşıtlık” üzerine inşa edildiğini görmek durumundayız.
GEÇMİŞTEN DERS ALALIM
Siyasal ve kamusal alanda CHP, TBB gibi kurumlar görünse de esas bakılması gereken nokta siyasal olarak yapılan tercihler ve uygulamalardır.
Askeri okulların kapatılmasından kapatılan gazetelere, gözaltı ve tutuklu olan gazetecilerden bazı alanlarda sınavsız memur alımına, SADAT kurucusunun Cumhurbaşkanı danışmanı olmasından genelkurmay başkanının Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına kadar pek çok alanda hayata geçen pratikler; 16 Temmuz’da TBMM çatısı altında ortaya konan siyasi aklın çok uzağındadır.
15 Temmuz’dan sonra yakaladığımız yeni bir sayfa imkanı ne yazık ki; Erdoğan/AKP iktidar blokunun siyasi ajandasının yeni taşıyıcı koalisyonlarla meşru hale gelmesini sağlıyor. Katılımcı olmayan, ortak aklı dışlayan bir süreçle devlet ve siyaset yeniden dizayn ediliyor.
Bir kez daha geçmiş deneyimden edindiğim en önemli sonucu paylaşayım; temeli demokrasi, çoğulculuk, katılım, temel hak ve özgürlükler olamayan hiç bir ortaklık beklenen sonucu vermediği gibi güçlü olanın manipülasyonuyla sona eriyor.
Türkiye’nin bu dönemde ortak bir siyasi akla, siyasi basirete, eş düzeyli bir diyaloğa ve uzlaşmaya ihtiyacı var. Tek liderin ve tek bir siyasi partinin ajandasının yeni ortaklarla hayata geçirilmesine değil. Türkiye’de toplum ve siyaset “darbeye karşı” ortak bir irade göstermeyi becerebildi. Ancak aynı iradeyi demokrasi ve temek haklar konusunda gösterebilmiş değil.
Unutmayalım, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunlar, 15 Temmuz’dan daha iyi durumda değildir.
Ne iceride ve ne de disarida guvenrligimiz kalmadi. ancak dunya da zivanadan cikti.
j