Boysan Yakar’ı tanımadan önce annesi Sema Hanım’ı tanıdım. O sıra 24. Dönem CHP İstanbul milletvekiliydim. Çocukları farklı cinsel kimlikli olan bir grup anne ile beni Meclis’te ziyarete gelmişti. Çocuklarının ve kendilerinin yaşam hikayeleri insanın içini acıtıyordu. Özellikle annelerden birinin anlattıkları vicdanı olan herkesi sarsacak nitelikteydi. Bir beyin kanaması geçirmiş, üç ay hastanede yattıktan sonra taburcu edilmişti. Doktoru bir üç-dört ay daha evde istirahat etmesini, onu üzecek haberlerden uzak durmasını istemişti. Eve geldiği gece, 16 yaşındaki oğlu, kendi anlatımıyla ‘herhalde öleceğini düşündüğünden’ yatak odasına gelmiş, ‘Anne, sana söylemem gereken bir konu var, ben trans bir bireyim’ demişti. Anında yataktan fırlamış, oğlunun ne kadar fanilası, külotu, pantolonu, tişörtü, ayakkabısı varsa hepsini bir torbaya doldurmuş, götürüp çöpe atmıştı. ‘Benim bir oğlum vardı, o gece öldü’ diyordu. Önce suçu kendinde ve eşinde aramış, daha sonra oğluyla birlikte doktordan doktora koşmuş, en son gittikleri bir psikolog yapacağı hiç bir şey olmadığını, kimi insanların böyle doğduğunu söylediğinde suçlu aramayı bırakmıştı. Konu komşu, akrabaları, dostları durumu duyacaklar diye ödü patlıyordu. Kabullenmesi iki yıl sürmüştü. Nihayet oğluyla ‘el alem’ arasında bir tercih yapmaya zorlandığında çocuğunu seçmişti.
TBMM Genel Kurul’unda 59 CHP milletvekiline imzalattığım ve bir Meclis Komisyonu kurularak LGBTİ bireylerin sorunlarının ele alınmasını istediğim önerge tartışılırken bu hikayeyi anlattım. Umuyordum ki AKP milletvekilleri particiliği bir kenara bırakıp vicdanlarının sesini dinlerler. Ancak CHP ve HDP milletvekilleri ile tek tük MHP’linin dışındakilerin oylarıyla önerge reddedildi. Meclis’te bulunduğum dört yıl boyunca bir kez bile iktidar koltuklarını dolduranların vicdanen oy verdiklerine tanık olmadım.
Sevgili Boysan’ın kısa yaşamı LGBTİ bireylerin karşılaştıkları dışlanma ve nefretle mücadele etmekle geçti. Bu mücadele, aynı zamanda, Türkiye’de farklı olan herkesin mücadelesi. 2008 yılı boyunca İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener’le birlikte Anadolu’da kentlerinde yürüttüğümüz, 2009 yılında yayınladığımız ve yayınlanır yayınlanmaz o dönemki ‘liberal aydınların’ ve Gülen Hareketi’nin aylarca hışmına uğradığımız, aleyhimizde kampanyalar yürütülen çalışma[i] Anadolu insanının farklı olana tahammülsüzlüğünü açıkca sergiliyordu. Sosyal bilimcilerin beklentilerinin aksine, Anadolu kentlerinin ‘modernleşmesi’, geniş bulvarlar-beş yıldızlı oteller-alışveriş merkezleri-yepyeni binalar ile donatılması, sosyal yaşama yansımamıştı. Anadolu kentleri yeniliğe kapanık, kendine benzemeyene karşı acımasız, geceleri kadınların kamusal alandan dışlandığı, bir kısmı tarihsel kopmalardan, bir kısmı o dönemdeki AKP-Cemaat ‘koalisyonunun’ dünya görüşünden kaynaklanan bir muhafazakarlığa bürünmüştü. Bu muhafazakarlık farklı din, dil, mezhep, ideoloji, yaşam tarzı olanlara nefes alma, hatta hayatlarını idame ettirmek için bir iş sahibi olma şansı bırakmıyordu. Alevilerden Romanlara, uzun saç bırakıp küpe takan ya da renkli tişört giyen genç erkeklere, sokakta anadillerinde konuşmaya cesaret eden Kürt öğrencilere, kısa kollu bluz giyen genç kızlara, Cuma namazına gitmeyen, Ramazan’da oruç tutmayan kişilere kadar farklı kimlikli ya da yaşam tarzı genel kabullere uymayan herkes kamusal alanlarda dışlanma, alay edilme, hakaret veya dayakla karşı karşıya kalıyordu.
Dışlananlar arasında nefret söylemlerine en çok maruz kalan grup hiç kuşkusuz farklı cinsel kimliği olanlar. Yapılan kamuoyu çalışmaları bunu defalarca kanıtladı. Bu kişiler en istenmeyen komşuların başını çekiyor. Pek çoğu sadece toplumdan değil kendi ailelerinden ve polisten de şiddet görüyor. İş bulma, işyerinde mobbing ile karşılaşma, ev kiralama, sağlık hizmetlerinden yararlanma, hak arama vb. pek çok konuda ciddi sıkıntıları var.
Türkiye Cumhuriyeti bu tabloyu değiştirmek zorunda. Farklı kimliklerin ya da yaşam tarzlarının kabulü, başkalarına zarar vermediği sürece herkesin istediği gibi yaşayabilmesi, vatandaşlık haklarından yararlanabilmesi, dışlanma ve kötü muameleyle karşı karşıya kalmaması, yaratıcılığını geliştirebilmesi, farklılıkların zenginlik olduğu bilincinin yerleşmesi ülkenin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Sanat-edebiyat-bilim-siyaset dünyamızın gelişmiş ülkelerin düzeyini yakalayabilmesi buna bağlı. Yaratıcılık ve gelişme aynı düşünen ve yaşayan insanlar topluluğuyla sağlanamaz. Bu sorunları geride bırakmış çağdaş ülkelerde mücadele sivil toplum kuruluşlarının ve devletin işbirliği sonucunda gerçekleşti. Türkiye’de de bu yönde adım atmak, ısrarla takip edilecek eğitim ve diğer politikalar kanalıyla iktidarların ve siyasetçilerin görevi.
Boysan Yakar’ın mücadelesi bu yöndeki çabalara bir katkıydı. Şişli Belediye Başkanı’nın danışmanı olarak sadece LGBTİ bireylere değil, dışlanan her kesime insanca bir yaşam sağlayabilmek için projeler üretiyordu. Zamansız ölümü beni derinden sarstı. Ancak ‘nefesi’, çabasını önemseyen herkesin bilincinde yaşıyor.
[i] Binnaz Toprak, İrfan Bozan, Tan Morgül, Nedim Şener, Türkiye’de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler, İstanbul, Metis Yayınları, 2009.