Orta Doğu’da istikrarı yeniden sağlamak üzerine dönen tartışmalar Suriye İç Savaşı’na odaklanmışken, sessiz bir oyuncu bölgenin uzun vadedeki istikrarını tehdit etmekte. Gittikçe artan bilimsel kanıtlar Orta Doğu’nun gelecekteki iklimiyle ilgili tehlike çanlarını çalmasına rağmen bölgedeki politikacılar, iklim değişikliğinin etkilerini görmezden gelmeye devam ediyor. Bilimsel araştırmalarsa, Türkiye’nin de içinde bulunduğu “Bereketli Hilâl” olarak adlandırılan bölgenin oldukça ağır bir şekilde etkileneceğini açıkça ortaya koyuyor.
Bereketli Hilâl, aslında hepimizin bildiği bir bölge. Diğer adları daha tanıdık gelebilir: Fırat-Dicle Havzası, yani Mezopotamya. Bu bölge, çöl iklimine rağmen muazzam derecede verimli toprağı ve bu toprağa hayat veren Fırat ve Dicle nehirlerinin taşıdığı su sebebiyle tarihin başlarından beri binlerce medeniyetin ekmek sepeti oldu. Günümüzde de durum pek farklı değil. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere, Fırat ve Dicle’nin geçtiği Irak ve Suriye’nin özellikle kuzey bölgeleri de tahıl ve meyve üretimi için Bereketli Hilâl’e bel bağlıyor. Bölgede yaşayan çiftçilere geçim kaynağı sağlayan bu topraklar, bizim de soframızda tükettiğimiz ekmeği, meyveyi ve sebzeyi üretiyor.
Fırat ve Dicle’nin taşıdığı su, zaten büyük bir su riski altında bulunan bu coğrafyada oldukça büyük bir öneme sahip, özellikle de su dağıtım altyapısına sahip olmayan tarımsal nüfus için. Özellikle yeraltı su kaynaklarının da kontrolsüz pompalama nedeniyle hızla çekilmesi, bu iki nehrin taşıdığı suya daha da büyük bir önem kazandırıyor. Üç ülkenin de birbirleriyle olan sınırlarında savaş ve terör sorunlarıyla uğraştığını da göz önünde bulundurursak, havzanın özellikle kuzey bölgesine sağlanan suyun devamlılığı ve yerel halka adilce paylaştırılması, bölgeye barış ve istikrar getirmeyi hedefleyen tüm planların bir parçası olmalı.
Politik ilgi Suriye’deki savaşa ve oradaki kısa vadeli gelişmelere odaklanmışken, iklim değişikliğinin Bereketli Hilâl’i tehdit eden en belirsiz ve riskli unsur olması gözlerden kolaylıkla kaçıyor. İklim değişikliği dikkat çekmese de yarattığı tehdit önümüzdeki yıllarda etkisini daha ciddi bir şekilde göstermeye başlayacak ve bu sebeple acil politik müdahale gerektiriyor. Örnek vermek gerekirse, bilim insanları bu yüzyılın sonunda Bereketli Hilâl bölgesinin kuruyacağını ve tarıma elverişsiz hâle geleceğini öngörüyor. Sebebiyse şu: Küresel ısınma, Fırat ve Dicle nehirlerinin doğduğu Doğu Anadolu bölgesindeki kar yağışının ciddi şekilde azalmasına yol açacak. Bahar ve yaz aylarında eriyerek bu iki nehri besleyen ve tüm bölgeye bereket ulaştıran kar suları artık mevcut olmayınca da Fırat ve Dicle’nin suyu bölgedeki tarımı desteklemeye yetmeyecek.
Bir başka araştırma ise Fırat-Dicle Havzası’ndaki ortalama sıcaklıkların ortalama küresel sıcaklıktan daha fazla artacağını ortaya koyuyor. Bu durumun doğuracağı olası riskler arasında, daha sık ve şiddetli sıcak hava dalgaları ve daha uzun vadeli kuraklıklar var. Aynı çalışma, kar katmanının alanında da küçülme öngörüyor. Fırat ve Dicle’nin, Türkiye ve Irak’taki hidroelektrik üretimi için önemini göz önüne aldığımızda, bu nehir akıntılarındaki kar katmanının küçülmesinden kaynaklı azalmalar ve düzensizlikler iki ülkede de daha az hidroenerji üretimine yol açabilir. Bunun sonucunda, bu nehirler üzerinde kurulu hidroenerji yatırımlar maliyetlerini itfa etmeden, hem Türkiye hem de Irak hükümetleri bu yatırımlar yerine alternatif enerji kaynakları bulmak zorunda kalabilir.
Bazı bilim insanları, iklim değişikliğinin şimdiden bölgenin istikrarını bozmakta rol oynadığını öne sürüyor. Hatta bazı uzmanlar, Suriye İç Savaşı’nın çıkış noktasını dahi iklim değişikliğiyle ilişkilendiriyor. 2015’te yayınlanan bir çalışma, 2000’li yılların başında Suriye’de yaşanan uzun süreli kuraklığın, iklim değişikliği dolayısıyla sekteye uğrayan su döngüsünden dolayı yaşandığını öne sürüyor. Bilinçsiz politika ve yönetimle birleşince, bu uzun süreli kuraklık yeraltı su kaynaklarının hızla tükenmesine yol açtı. Bunun sonucundaysa, 2000’ler boyunca Suriye’nin kırsal kesimlerinden birçok çiftçi ailesi topraklarını bırakıp kentlere göç etti. Ailelerin tarımı bırakmasıyla, yiyecek üretiminde düşüş yaşanmaya başlandı ve yiyecek fiyatları yükselişe geçti. Fakat kentler, bu yeni kırsal göç dalgasını ekonomilerine katacak kadar iş yaratamadı ve işsizlik, özellikle genç nüfusta, yükselişe geçti. Araştırmacılar, bu koşulların Esad rejiminden zaten memnun olmayan halk kesiminin memnuniyetsizliğini daha da arttırdığına ve 2011’de patlayan isyanların temellerini attığına inanıyor.
İklim değişikliği, dünyanın her yerini eşit olarak etkilemeyecek. Orta Doğu da önümüzdeki yıllarda, dünya üzerinde bu değişen iklimden orantısız olarak etkilenecek yerlerin başında geliyor. Bölge, aynı zamanda politik ve ekonomik açıdan da oldukça savunmasız bir konumda. Politik ve ekonomik zayıflıklar, bölgedeki hidroenerji ve sıcaklık artışı gibi ciddi riskler bir yana, su gibi kritik kaynaklardaki en küçük dalgalanmayı bile kaldıramayacak durumda. Bilim, muazzam bir iş çıkararak bize bölgenin ne tür uyum ve risk yönetim tedbirlerine ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Fakat bölge, aynı zamanda bilimi ciddiye alacak iklim lideri politikacılara ihtiyaç duyuyor. Bu rolü kabul edecek liderlerinse, istikrar konusundaki kısıtlı anlayışlarını terk edecek politik iradeye sahip olması ve iklim değişikliğine artık hak ettiği ilgiyi göstermesi gerekiyor.