Türkiye Muhalefetinin Sınavı: Kapsayıcı Güvenlik Açığı

Türkiye Muhalefetinin Sınavı: Kapsayıcı Güvenlik Açığı

Türkiye muhalefeti, rekabetçi otoriterlikten son çıkışı 1 Kasım’da kaçırmış gözüküyor. Önümüzdeki dönem vicdan sahibi insanların çoğunlukçu kleptokrasiyle insanlık onuru ve temel hak ve özgürlükler için mücadele yılları olacak. Bu süreçte otoriter siyasete direnmek kadar özgürlükçü demokrat iktidarın düşünsel ve kavramsal altyapısını oluşturmak da öncelik taşıyor. Bunun için de zamanın ruhunu ve ortanca yaşı 30 olan bir ülkenin dilini doğru kavramak gerekiyor. Türkiye muhalefeti ezber ve sloganla siyasetin konforunu bırakıp kapsayıcı güvenlik açığından mustarip bir dünyanın yakıcı sorunlarına yanıt aramaya hazır mı?

Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de merkezkaç kuvvetler siyasetin merkezini boşalttı, politik söylem ve eylemi uçlara savurdu. İhvancı siyasetin büyük bir özen ve derin bir stratejiyle tahrip ettiği merkez ve merkez sağ siyasetin ortaya çıkardığı vakumda özgürlükçü demokrasi mücadelesini sahiplenebilecek tek aktör olarak sosyal demokratlar kaldı. Sosyal demokratlar Türkiye’yi siyasetin merkezini tek kanata mahkum eden bir otoriterlikten kurtarabilir mi?

12 Eylül sonrası dönemin önemli bir bölümünü ana muhalefet olarak geçiren sosyal demokratlar halihazırda zamandan ve mekandan bağımsız olduğu düşünülen eşitlik, özgürlük, adalet ve barış gibi evrensel değerler temelinde siyaset yapıyorlar. Sosyal demokratların sıkça söylem ve kısmen de eylemlerine yansıyan bu geleneksel yönelim ne yazık ki iktidar olmak için yeterli olmuyor. Parti programı, tüzüğü, seçim bildirgesi ve söylemlerini sosyal demokrat öğretiyle yakınsamak “gerek şart” olmasına rağmen belli ki “yeter şart” değil.

Seçmen, çok da haklı olarak, evrensel ve ebedi değer ve söylemler kadar güncele ve yerele ilişkin de beklenti içinde. Baş döndürücü bir hızla karşılarına çıkan risk ve fırsatlara ilişkin yol gösterici ve iddia ortaya koyan bir siyaset ve liderlik bekliyorlar. Zamanın ruhunu kavrayan, kısa, orta ve uzun vadeye yönelik öngörüleri ve eylem planları olan güvenilir ve dinamik kadrolar talep ediyorlar.

CHP, gerek 7 Haziran gerekse 1 Kasım seçimlerinde ekonomi ve sosyal politikaları merkeze alan pozitif gündemli bir kampanya stratejisini hayata geçirdi. Özellikle de birikimi, iletişimi ve enerjisiyle göz dolduran Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Selin Sayek-Böke’nin sıcak, samimi ve cana yakın tarzıyla seçmene ulaştırılan sosyo-ekonomik politikalar olumlu bir karşılık buldu. Buna rağmen beş ay arayla yapılan iki genel seçim gösterdi ki eşitlik, özgürlük, adalet ve barış gibi evrensel değerleri sosyo-ekonomik vaatlerle takviye etmek zihinsel barajları ve siyasal kamplaşmayı yıkmak için yeterli olmuyor.

Sizin değerleriniz, geleneğiniz ve alışkanlıklarınız ne olursa olsun hızla akan zamanın ruhu kavranmayı bekliyor. Sosyo-ekonomik politikalar her ülkede ve her seçimde anahtar rol oynasa da kimi zaman güvenlik politikalarının gölgesinde kalabiliyor. Günümüz Türkiyesinin rekabetçi otoriter koşullarında sosyal demokratların iktidar olabilmesi için kapsayıcı güvenlik politikalarına ilişkin bir iddia ortaya koyabilmesi elzem. Bunu yaparken de kuşkusuz Meclis grup ve komisyonlarından Parti Meclisi’ne ve MYK’ye bu iddianın içini doldurabilecek insan kaynağını mutfağa ve vitrine yerleştirmesi gerekiyor. Türkiye siyasetinin güncel ve yakıcı paradigması güvenlik olmuşken kapsayıcı güvenlik çözümleri sunacak ekibi olmayanlar için iktidar ne yazık ki mümkün gözükmüyor.

Sosyal demokratların güvenlik politikalarıyla imtihanı yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da çok parlak geçmemiş, geçmiyor. Sosyal demokratlar savunmadan teröre, siber güvenlikten asimetrik tehditlere kimi zaman utangaç ve çekingen kimi zamansa ilgisiz ve umursamaz bir profil çiziyor. Daha da vahimi çoğu zaman bilgisizlik ve yetersizlikten kaynaklanan bu çaresizliği ideolojik temelde yükselen ilkeli bir tavır olarak ambalajlayıp süblime ediyorlar. Bu noktada Türkiye Rüyası kitabında kapsayıcı güvenlik politikalarını sosyal demokrat iktidar programının merkezine yerleştiren Cenk Sidar gibi istisnaların hakkını yememek gerekiyor.

Uzun lafın kısası, güvenlik endişelerinin zirve yaptığı bir dönemde eli kanlı kleptokrasiye can havliyle sarılan vatandaşların kaygı ve beklentilerine yanıt verecek kapsayıcı güvenlik politikalarını oluşturmak özgürlükçü demokrasiye gönül veren herkesin ortak sorumluluğu. 1 Kasım Türkiye’ye, Joseph Conrad’ın deyimiyle, karanlığın kalbine uzanan ucu bucağı olmayan bir rota dayatmış olsa da bu uzun yolculuk boyunca kurtuluşun teorisi için tefekkür imkanı da sundu. Zamanın ruhunu kavramak için elimizdeki zamanı verimli kullanmakta büyük fayda var…

TBMM'de 24. dönem CHP Bursa Milletvekili olarak görev yapmış, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve Türkiye - Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu üyeliklerinde bulunmuştur. Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi, yüksek lisans ve doktora eğitimini Harvard Üniversitesi'nde gerçekleştiren Erdemir, ODTÜ ve Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Hâlihazırda Washington’da bulunan Demokrasileri Savunma Vakfı'nda Türkiye Programı kıdemli direktörü olarak çalışmaktadır. İnanç Özgürlüğü için Uluslararası Parlamenterler Girişimi (IPPFoRB) kurucusu ve yürütme kurulu üyesidir. Anti-Defamation League Orta Doğu Azınlıkları Eylem Grubu uzmanlarındandır. 2016 yılında Stefanus İnanç Özgürlüğü, 2019 yılında HALC İlk Özgürlük ödülüne layık görülmüştür.

Düşüncenizi Paylaşın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.