Gündem bakımından Türkiye’de bir günde tecrübe ettiklerimizin Batı ülkelerinde bir yıl içerisinde yaşananlardan fazla olduğu yönündeki ifadeyi sıklıkla duyarız. Öyle olmasına öyledir ama gerçekten olup bitenlerin ne kadar farkındayız? Sürekli, ‘Son Dakika’ ve ‘Flaş’ haber bombardımanı altındayken ülkemizde ve dünyada meydana gelen gelişmeleri neden ve sonuçları bakımından hangi ölçüde değerlendirebiliyoruz?
Sıradan vatandaşı geçtim esas soru ülkeyi yönetme iddiasında bulunanlar yerel, yakın çevre ve evrensel anlamda meydana gelen gelişmelere ne kadar vakıf? Muktedirler bu gelişmeler paralelinde hangi kısa, orta ve uzun vadeli tedbirleri alıyorlar, hangi politikaları üretiyor, hangi oyun planlarını alternatifleri ile birlikte hazırlıyorlar? Bu soruları çeşitlendirmek mümkün ancak bunlara olumlu yanıt verebilmek maalesef imkân dâhilinde değil.
Sadece şu son referandum döneminde bile biz Hollanda ineği ile, domates ile uğraşırken küresel anlamda önümüzdeki on yılları şekillendirecek hadiseler yaşandı ve yaşanıyor. NATO’nun Karadeniz’de askeri varlığını sürekli kılma yönünde attığı adımlar, neredeyse tüm Balkan ülkelerinde hız kazanan etnik ve siyasi ayrışmalar, yine NATO’nun Avrupa’da adeta soğuk savaş dönemini andıran mevzilenme faaliyetleri, Rusya’nın buna karşı aldığı tedbirler ve karşı hamleleri, Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan gerginliklerin üst düzey sıcak çatışmalara dönüşme ihtimali vs.
İç politikadaki ayrışma tamamen ayrı bir konu. İdeoloji ve parti aidiyetinin bir sonucu olarak farklı ve hatta çatışan görüşlerin olması normaldir, hatta olmaması sağlıksızdır. Dış politika açısından yine bu ve başka nedenlerle görüş ayrılıkları olabilir. İktidarların kendi dünya görüşleri doğrultusunda önceliklerinin bulunması, yönetimi ele aldıktan sonra dış politikayı buna göre şekillendirmek istenmesi son derece makul bir durum.
Ancak 2002 yılından beri Türkiye’de yaşadığımız bu değil ve ülkenin geleceği için tehlike arz eden, kaygı verici unsurlar işte tam bu noktada ortada ortaya çıkıyor. Özellikle, AKP ve Erdoğan’ın partinin kuruluşunda ortaya konan (dış politika) ilkelerinden zaman ile uzaklaşması (başta AB vizyonu); ‘Komşularla Sıfır Sorun’dan ‘Sıfır Komşu’lu ‘Değerli Yalnızlığa’ sert savruluş, bünyeyi hasta eden ‘Yeni Osmanlı’ virüsü, Davutoğlu’nun zorlama teorilerini hayata geçirmek için attığı adımlar Türkiye’nin varlık ve bütünlüğünü ciddi anlamda tehlikeye atmış bulunuyor. Ve yine üzülerek söylüyorum ki iktidar sahipleri (sahibi) bu tehlikenin farkında değil.
Yukarıda ifade ettiğim üzere, iktidarların kendince dış politika öncelikleri olabilir. Ancak, her ülkenin iktidar ve parti siyaseti üzeri kırmızı çizgileri, dokunulmazları ve milli meseleleri vardır. Örneğin Yunanistan’da Kıbrıs ve Ege konuları böyledir. İktidara kim gelirse gelsin bu konularda ülke politikalarında ya hiç değişiklik olmaz veya minör farklılıklar gözlenir. SYRIZA liderliğindeki koalisyon kurulduğundan beri her ne kadar kendisinden önceki yönetimlerin Kardak krizinden sonra ilke edindiği gerginliği düşük yoğunlukta tutma politikasını terk etmiş olsa bile temel prensip ve hedeflerde herhangi bir sapmaya sebep olmamıştır.
2002’den bugüne doğru baktığımızda ise AKP’nin tek bir uluslararası konuda dahi istikrarlı davrandığını göremiyoruz. AB üyeliğinden İsrail ile ilişkilere, AB’ye tam üyelik vizyonundan başvurunun geri çekilmesi için referandum yapmaya, Şamgen ve ‘Kardeşim Esad’dan ‘Katil Esed’e, ‘İran benim ikinci evim’den ‘Mezhepçi İran’ suçlamasına, Obama aşkından Trumpistliğe evrilmeye kadar sayısız örnek orta yerde duruyor. Futbol diplomasisi adı altında Ermenistan ile ilişkilerin düzeltilmesi ve hatta bu bağlamda Bursa’da oynanan milli maçta Azerbaycan bayraklarının polis zoru ile toplanarak çöpe atılması hafızalarda tazeliğini koruyor. Diğer bütün uluslararası hamleler gibi Ermeni açılımı hüsranla son buldu ve iş bizzat Erdoğan tarafından kürsülerde dillendirilen Türkiye’de bulunan Ermenistan vatandaşlarının sınır dışı edilmesi tehdidine kadar vardı.
Dediğim gibi Kıbrıs çok güzel bir örnek. Erdoğan ve AKP için Kıbrıs sadece koltuk ve varlıklarını muhafaza etmek için kullandıkları bir kozdan ibaret. Bu kozu son günlerine kadar kullanacaklarından kimse şüphe etmesin. Dün Annan Planı Rum tarafınca ret edilmiş olmasaydı bugün Kıbrıs’ın ne olacağı malum. Rum yetkililerin bizzat dile getirdiği gibi ‘Erdoğan’ın Kıbrıs diye bir meselesi yoktur’ ve bu yüzden yine aynı kimselerin ifadesi ile ‘sorun onun döneminde çözülmelidir’. Son zamanda Kıbrıs meselesinin ‘çözümü’ için artan uluslararası baskıyı bu pencereden değerlendirmekte fayda var.
Elbette Kıbrıs meselesi Türkiye Cumhuriyeti’nin sırtındaki en büyük kamburlardan biri ve çözülmesi gerekiyor. Ancak, bu çözüm bir parti veya kişinin siyasi anlamda varlığını devam ettirmesi için taviz verilmesi ve ‘ver kurtul’ politikasının izlenmesi anlamına gelmiyor.
Bakın genel anlamda devlet yönetiminde ve uluslararası politika anlamında AKP tarafından gösterilen ciddiyetsizliğin en güzel örneği kısa süre önce yaşandı.
Kıbrıs açıklarında sismik arama faaliyetinde bulunan Barbaros Hayreddin Paşa Gemisi mürettebatı, “münhasır ekonomik alan ihlali” uyarısı yapan Rumlara mehter marşı dinleterek karşılık verdi. İnanın buna söyleyecek söz dahi bulamıyorum. Trollerin ve milli duyguları okşanan bir kısım insanın hoşuna gitmiş olabilir bu eylem.
Fakat AKP döneminde Yunanistan tarafından işgal edilen adalara, “münhasır ekonomik alanda” yürütülen faaliyetlere, burada Türkiye’ye karşı yapılan sayısız ortak askeri tatbikata kılını dahi kıpırdatmayanların böylesine vasat ve Türk devlet geleneğine, ciddiyetine yakışmayan hareketlerin adeta bir savaş kazanmışçasına sunulması içerisinde bulunduğumuz durumun vahametini ortaya koyuyor. Oldu olacak o zaman Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli savunma enstrümanları mehter marşı, dombıra, beraber yürüdük biz yollarda, göklerden gelen bir karar vardır vs. olsun.
Bu arada tarihe not düşmek adına ifade edeyim önümüzdeki günlerde Akdeniz çok ısınacak ve tansiyon artık mehter vermeyle düşürülmeyecek bir hal alacak büyük ihtimalle. Yine Azerbaycan – Ermenistan gerginliği yakın zamanda en üst düzeye ulaşabilir.
“Münhasır ekonomik alanda” Türkiye’nin çıkarlarına aykırı hareket eden firmaların Türkiye ile olan ticari anlaşmaları iptal edilecekti. Akdeniz’de bizden habersiz kuş uçmayacaktı. Ne oldu? Ver mehteri!
Rus uçakları askerlerimizi ‘yanlışlıkla’ vurdu… Ver dombırayı!
Musul’da elçliğimiz işgal edildi… Beraber yürüdük biz yollarda!
Süleyman Şah Türbesi… Göklerden gelen bir karar vardır!
Ege adaları, 12 mil… Davutoğlu Ahmet Hoca!
IŞİD Mehmetçiğimizi diri diri yaktı… Ver dombırayı, mehteri!
Bu pencereden bakınca herhalde bağımsızlık türküleri söylemeye başlayan Barzani’ye cevabımız ‘megri megri’ ile olacak…
Nihayetinde ‘Semra Hanım tak bir kaset neşemizi bulalım’ günlerinden bugünlere geldik…
Devamla, ‘Rasmussen’I NATO’ya genel sekreter yaptırmayacağız’ deyip yaptıranlar bunlardır. ‘NATO’nun Libya’da ne işi var?’ diye sorup üslerimizi NATO’ya açanlar yine bunlardır.
Rus uçağını vurma emrini ben verdim yarışına girip, daha sonra işi FETÖ’ye yıkan aynı kişilerdir.
‘İsrail terör devletidir’ deyip sonra Mavi Marmaracılara sallayan, ailelerini gazlatan, İsrail ile can ciğer kuzu sarması olan; ‘Gaz için Gazze’yi satan’ yine aynı kimselerdir.
İç siyasette ‘ne tek dil dedim, ne tek din dedim’ diyerek işin içinden çıkabilirsiniz. Fakat bu şark kurnazlığı uluslararası alanda sökmez. Yine üzülerek söylüyorum, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onu yönetenlerin saygınlığı yerle bir olmuş durumda. Mevkidaşını ‘G.t lalesi’ olarak tanımlayan bir dışişleri bakanı olan, misafir olduğu ülkede kadınları döven korumaları bulunan, şu veya bu şekilde dünyada barışın sembolü Birleşmiş Milletler binasında kavga çıkaran bir ülkeye ve onun siyasetçilerine kim saygı gösterir? Erdoğan’ın Birleşmiş Milletlerde boş salona yaptığı konuşma hafızalardadır ve bu her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için üzüntü verici bir durum olmalıdır. Daha geçtiğimiz günlerde Washington DC’de yaşanan utanç verici hadiseler hafızalardadır. Yıllarca mücadele edilerek unutturulan ‘Midnight Express’ imajı maalesef şuursuz kimseler tarafından yeniden uyandırılmıştır.
Gurbetçilerinize din hizmeti versin diye gönderdiğiniz görevlilere casusluk yaptırırsanız, vatandaşlarınızın ekmeğini kazandığı ülkelerin iç siyasetine müdahil olursanız (Bulgaristan, Hollanda vs.) bu ülkelerin size ve yurttaşlarınıza karşı olan olumsuz faaliyetlerini meşrulaştırmaktan başka ne yapmış olursunuz? Bulgaristan’da kendinize yakın parti kurdurup, Türk azınlığın meclis dışında kalmasına sebep olarak Türkiye’nin ve oradaki soydaşlarımızın hangi çıkarına hizmet ettiniz? Gerçekten merak ediyorum bu dâhiyane plan kime ait? Benzer bir durum çok sıkıntılı bir dönem geçiren Makedonya’da da yaşanmaktadır.
Yine merak ettiğim bir konu iktidar çevrelerinde FETÖ ve darbe konusunda dünya bize neden inanmıyor diye kendini sorgulayan birilerinin olup olmadığı? Devletin resmi ajansı ile işkence ve kötü muamele fotoğraflarını dünyaya servis ederek FETÖcülere adeta koruma kalkanı sağlayanlar hiç utanmıyor mu sağa sola çemkirirken? Meydanlardaki ‘idam isterük’ naraları ve devlet, millet düşmanlarının vatandaşlıktan çıkarılması saçmalığı kimlerin fikri?
Türkiye bugün dünyanın en büyük yardım yapan ülkesi. Fakat Soft Power Index/Yumuşak Güç Endeksine göre bir türlü dominant kuvvet olamıyor, uluslararası platformda etkinliğini ve saygınlığını artıramıyor, tam tersine kan kaybediyor. TİKA’nın harcadığı onca paraya rağmen üst sıraları zorlayamıyoruz. Bunun ötesinde yine başta TİKA, Diyanet ve Yurtdışı Türkler Başkanlığı gibi kurumlarımız ‘Türkiye’nin uzun eli’ olarak adlandırılıyor ve bir istihbarat unsuru olarak kabul ediliyor. Yani sonuç itibarı ile attığımız taş ürküttüğümüz tavuğa değmiyor.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken iktidarın dış politikada temel meselesi Zarrab hazretlerini ve dolayısı ile kendilerini kurtarmak. Bunun için beş para etmez avukatlara, siyasetçilere ve lobi şirketlerine saçılan paralar başka bir yazının konusu olabilir. Milletin adamı olmakla övünenlerin önceliği ne millet, ne devlet. İşte bu durum sadece bir kısmına değindiğim tehditlerin daha tehlikeli bir hal almasına neden oluyor. Neticede Türkiye Cumhuriyeti ve onun Cumhurbaşkanı Beyaz Saray’da 20 küsür dakika ağırlanır bir konuma düşmüş, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde her türlü operasyonun yapıldığı bir kadavra haline gelmiştir. Dün Clinton’un Ecevit karşısında bacak bacak üzerine atmasını eleştirenler bugün sessizler. AKP ve Erdoğan uluslararası platformda yalnızlaşırken maalesef ülkeyi kendileriyle birlikte yalnızlaştırdı ve bu yalnızlık asla birilerinin iddia ettiği gibi değerli değil. AKP’ye oy verirsiniz vermezsiniz, Erdoğan’ı seversiniz sevmezsiniz ama bu durum her vatanseveri derinden yaralayan bir husustur ve unutulmamalıdır ki dünya havuz medyasından ibaret değildir. Photoshopla, yalan yanlış tercümelerle, milkportla, ağaçla röportaj yaparak, sipariş köşe yazılarıyla bu gerçeklerin üzerini örtemezsiniz. Dün Haç – Hilal savaşı derken bugün Avrupa’dan ev ödevi alanlar, yabancı gazetecileri ve din adamlarını politik çıkarlar için rehin tutanlar, mültecileri at pazarındaymışçasına pazarlık konusu yapanlar ciddi bir yanılgı içerisinde.
Sözün özü; dünya yeniden kuruluyor ancak biz bunun farkında değiliz. 3-5 istisna dışında medyada bu konuları dile getiren yok. Daha vahimi ülkeyi yönetenler ve daha doğru bir tanımla ülkeyi yöneten şahıs bu durumdan bihaber. Rusya genleşiyor, genleşmeye devam edecek ve buna karşı aldığımız hiçbir tedbir olmadığı gibi Putin ile yatağa giriyoruz. Yanı başımızda Gürcistan ve kuzeyimizde Kırım işgal edilmişken, güneyimizde Rusya’sı, Amerikası, türlü türlü terör örgütü (öfkeli gençler dahil olmak üzere) cirit atarken, bağımsız Kürdistan’a bir adım kalmışken, YPG/PKK’ya yarın bize döneceği kesin olan silahlar teslim edilirken, Balkanlar barut fıçısı üzerinde otururken, Ermenistan – Azerbaycan savaşı kapıdayken, Türk Cumhuriyetlerinde radikal İslam ve ona bağlı terör unsurları güç kazanırken, Katar meselesi Türkiye için türlü tehlikelere davet çıkarmışken, biz burada Diyanet’in ‘Cımbız Fetvası’ ile, kıl ve tüy ile uğraşıyoruz. Kısacası, Fatih’in torunu olmakla övünenler Bizanslılar gibi meleklerin cinsiyetini tartışırken atı alan gerçekten Üsküdar’ı geçiyor…
Umarim genis halk tabakasi haberler ya yok edildigi veya gulluk gulistanlik tablosu halka sunuldugu icin korkarim uykuda yok olacak. Taki buyuk bir afet ortaligi yikip yakip temizleyip gececek. Tabii kurunun yaninda yas ta yanacak ama kivilcimla kalacaktir. Turkiyeyi idare edenler iyice yalnizlasacak ve yok olacaktir ama geriye biraktiklari cer copu temizlemek neyse ki temiz ellere kalacak. Umit yok olmaz yeterki dunya yanip kul olmasin. Bu arada gelecegi koruma babinda Dogayi korumaya yonelelim.