Geçtiğimiz hafta çok da ilgi görmeyen bir haber yer aldı gazetelerde: Habere göre AKP Hükümeti, darbe girişimi sonrasında alınan tedbirleri Amerikan kamuoyuna anlatmak için APCO adlı bir lobi şirketiyle anlaşmıştı. Oysa Nato’nun 2. büyük askeri gücüne sahip Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşık yirmi yıldır, değişen dönemlerde ABD’li- Washington DC markalı lobi firmalarının kapısını çalmaktaydı. Uzunca bir zamandır da eski Demokrat Temsilciler Meclisi üyesi Dick Gephart ‘ın şirketi ile çalışıyordu; ancak çalışmanın şekli biraz farklıydı. Şirket ABD kamuoyuna ABD ‘deki Gülen Okulları’nın zararlarını anlatmakla görevlendirilmişti. Amaç basitti: okulların, yani Gülen hareketinin finansal kaynaklarını kapatmak
Ancak darbe, anlatılması biraz daha güç bir durumdu. Her ne kadar AKP, başı hala bulunamayan darbe kalkışmasını atlatmış olsa da uluslararası arenada düzeltilmesi çok zor olan bir imaj oluşmuştu. AKP, yabancı kamuoyunda darbe girişiminin kaynağı olduğunda neredeyse şüphe duyulmayan bu terör örgütünün TSK ve diğer kurumların içine sızmasının, AKP hükümetleri dönemlerine denk düşmesi nedeniyle aciz bir görüntü sergiliyordu.
Tesadüfen (!) tam Cerablus’a girildiği gün Türkiye ziyaretine gelen A.B.D Başkan Yardımcısı Joe Biden, neredeyse her konuda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin yanında olduğunu bildirmesine rağmen Gülen konusunda, ülkesindeki kuvvetler ayrılığına vurgu yaparak Gülen iadesi hakkında oldukça net konuştu: “Bizde iade kararlarını federal mahkemeler verir, ve daha önce ret kararı vermişti. ” A.B.D politikasının neredeyse genetiğinde olan bencillik deyip geçebiliriz tabii, ancak aslında tam da burada, yani darbe olan ülkelerde bu maharetli lobi şirketlerinin çalışma şekilleriyle tanış oluruz.
İlk örnek Honduras. Bir siyaset iletişimcisi açısından ünlü Wikileaks belgelerinin belki de en ilgi çekici kısmı 2009 ‘da Honduras’da gerçekleşen askeri darbe hakkındaki yazışmalar. 2006’dan beri “seçilmiş” kabinesiyle ülkeyi yöneten Zelaya, darbeci askerler tarafından Kosta Rika’ya gönderilmişti. ABD Başkanı Obama Zelaya’nın Honduras’ın seçilmiş başkanı olduğunu kabul ettiklerini belirtmiş, ancak “darbe” kelimesini kullanmaktan kaçınmıştı. Öte yandan “yeni darbe rejimi”, onu destekleyen ülkenin zengin elitleriyle birlikte Washington merkezli becerikli bir lobi şirketiyle anlaşmış ve şirket hemen başta Cumhuriyetçilere olmak üzere bu darbenin “anayasal hak” olduğunu anlatmaya girişmişti.
Ve mutlu son, darbeden sadece dokuz ay sonra gelmişti: seçimleri aşırı sağcı parti kazanacaktı. O günlerin başkan yardımcısı bugünün hayli muhtemel ABD Başkan adayı Hillary Clinton ise kampanyasında başını en çok ağrıtan “özel mail” yazışmaları konusunda verdiği bir ifadede ise açıkça “ Honduras’da barış ve hilesiz bir seçim atmosferi yaratmaya çalıştıklarını” söylemekten çekinmemişti. Her şey dünyaya demokrasi getirmek içindi yani.
Lobi şirketlerinin darbe ve sonrasının stratejilerini üretme konusundaki hünerlerini bilen bir diğer ülke ise er zaman Mısır oldu. Tahrir Meydanı’ndaki o efsanevi halk ayaklanmasında seküler kesimin desteğini “tuhaf şekilde alan” dönemin genelkurmay başkanı Abdülfettah Sisi, 3 temmuz darbesinin hemen ardından yaptığı “ilk” lerden biri Washington bağlantılı bir lobi şirketi ile anlaşmak oldu. O günlerde ABD `nin bir çok “solcu” yazarı, bu lobi firmasının Apple, Coca-Cola, Lockheed Martin gibi “dünya” markalarının yanı sıra İsrail ve ABD Obama yönetimi ile çok yakın ilişkiler içinde olduğunun altını çiziyordu.
Yeni Mısır “darbe” hükümeti ile anlaşan “lobi “ şirketi çok başarılı bir çalışma çıkarttı; darbenin hemen ertesi hafta “askeri yardımları” durdurduğunu açıklayan Obama, darbeden sadece birkaç ay sonra Sisi ile özel görüşerek Mısır’ın 47 milyon dolarlık F-16 alımına öncülük etti. ABD’nin yeni darbeci Mısır yönetimini tanıması için üç beş ay yetmişti, darbe sever lobi şirketleri bir operasyondan daha başarıyla çıkmışlardı.
Bir başka örnek de dünya gündemine bomba gibi düşen ve başkanını düşüren Brezilya’dan gelsin. Yıllarını 1964 Brezilya askeri darbesine ve takip eden dönemlerde ülkenin yıllarca başına musallat olan faşist yönetimlere destek vermesini inkar etmekle geçiren ABD yönetiminin suskunluğu sadece Brezilya’nın seçilmiş başkanının azledilmesine karşı değildi. Çin’le yakın ticari ilişkilere girmekte sakınca görmeyen ama meclisten dünya petrol devi Petrobas’la olan ihalelere fesat karıştırdığı iddasıyla (şimdilik) azledilen başkan Dilma Rouseff’ in selefi aşırı sağcı senatör Aloysio’nun, yine Washington DC bazlı, Clinton ailesine yakın duran bir lobi şirketine meclis oylamasının hemen ertesinde yaptığı ziyarete karşı da suskunluğunu korumakta sakınca görmedi. Görünen o ki, yıllarca faşist yönetimlerle mücadele eden Brezilya halkı, “aşırı milliyetçi” orduyu da arkasına aldığı görülen Senatör Aloysio’nun lobi ziyaretlerinin sonuçlarını bekleyecek.
Türkiye’ye gelince görünen o ki Fetullah Gülen çetesine karşı içeride sürdürülen savaş, lobi şirketleri vasıtasıyla ABD ‘de de devam ediyor. Ancak savaş bu kez tek taraflı değil. En son Clinton kampanyasına ciddi bir maddi destek sağladığı konuşulan Gulenciler, her zaman yakın durdukları lobi şirketlerinden bu kez çok daha fazla şey bekliyorlar.
Kasim ayinda amerikan gemisinin hangi yana yatacagini bekleyip gorelim. Sanirim biz de ayni oyunun disindan bile olsa buyuk oyuuncularindan biriyiz. Cok sey degisebilir.