Suriyeli mültecilerle ilgili her yazı “dünya, tarihin en büyük mülteci krizlerinden birini yaşıyor” cümlesiyle başlar. Suriye krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında olan ve en yüksek sayıda Suriyeli mülteci ağırlayan Türkiye, bugün resmi rakamlarla 2 milyon 300 bin Suriyeliyi “misafir” ediyor. Uluslararası toplum tarafından takdir edilen bu misafirperverlik, Suriyelilerin kalıcı olduklarından hareketle yerini entegrasyona yönelik politikalara bırakmalı.
Göç ülkesi Türkiye
Göç ve göçmenlik Türkiye’nin kaderinde her zaman belirleyici rol oynadı. Bugün Suriyeli mültecileri dışlayanların unuttuğu en temel hakikat, Türkiye’nin göçlerle kurulan bir ülke olduğu. Osmanlı devletinin ardından kurulan Türkiye’nin, 12 milyona gerileyen nüfusunun yarıya yakınının göçmenlerden oluştuğunu hatırlayalım. Kuruluşundan itibaren pek çok kitlesel göç hareketine tanık olan Türkiye, 90 yıllık tarihinde Balkanlar ve Kafkasya’dan 2 milyon civarında göçmeni kabul etti. Bunun sonucunda Türkiye’nin kimliği göçmenlerle şekillendi ve değişti.
Bugünün Türkiye’sinde en büyük göçmen kitlesini Suriyeliler oluşturuyor. 2011 yılında Suriye’den Türkiye’ye giriş yapan 252 kişiden oluşan ilk kafileden bu yana, Türkiye’ye sığınan Suriyeli sayısı 2 milyonu aştı. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, Suriyeliler dâhil sayıları 3 milyona yaklaşan mülteci nüfusu Türkiye’nin artık bir “göç ülkesi” olma yolunda ilerlediğinin göstergesi. Tarihinde birçok kez kitlesel göç hareketine şahit olan Türkiye artık göçmenler için hem “transit ülke” hem de “hedef ülke” konumunda.
Geçici koruma altındaki Suriyeliler
Türkiye, 2011 yılından bu yana uluslararası hukuka ve insan hakları ilkelerine uygun şekilde, Batılı ülkelerden farklı olarak “açık kapı” politikası izledi ; sınırı geçmek isteyen tüm Suriyelilere kucak açtı. Bugün Türkiye’nin neredeyse her şehrinde Suriyelilere rastlamak mümkün. Sadece Şanlıurfa’da 500 bin, İstanbul’da 400 bini aşan sayıda Suriyeli yaşıyor. 300 bin civarında kamplarda ikamet eden Suriyelinin geri kalan 2 milyondan fazlası daha çok şehirlerin kenar mahallelerinde yaşıyor.
Zorla “geri göndermeme” ilkesine bağlı kalarak Suriyelileri “misafir” olarak değerlendiren Türkiye, misafirleri için “geçici koruma rejimi” kurdu. Yapılan tüm yasal ve idari düzenlemeler Suriyelilerin geçici olarak Türkiye’de bulundukları ve savaşın bitmesinin ardından ülkelerine dönecekleri varsayımına dayandı. 2014 yılında çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliği ve açılan “geçici eğitim merkezleri” bu anlayışın sonuçları idi.
Geçici Koruma Yönetmeliği’nde “geçici korunanlar” kişiler olarak tanımlanan Suriyeliler hukuken “makul bir süre için Türkiye’de kalma” iznine ve üçüncü bir ülke tarafından mülteci olarak kabul edilene kadar geçici sığınma hakkına sahipler. “Geçici korunan” Suriyelilere verilen “geçici koruma kimlik belgesi” onların sosyal haklardan yararlanmalarını sağlar ancak onlara vatandaşlık kazandırmaz.
Suriyeli mültecilerin entegrasyonu
İşte, geçici koruma rejiminin bir sonucu olarak, Türkiye 2 milyonu aşan Suriyeli için başka hiçbir ülkenin yapmadığı pek çok şey yaptı. Ancak, iç savaşın sona ereceği varsayımıyla “misafir” olarak gördüğü Suriyelilerin kalıcı ve sürdürülebilir bir hayat kurmalarını amaçlamadı. Sonuç olarak Türkiye, tarihinde görülen en büyük kitlesel göç hareketlerinden biri olmasına rağmen, henüz Suriyelilere ilişkin kapsamlı bir strateji geliştirmedi.
Suriye iç savaşı sonlansa bile, mezhep ve etnik çatışma riski, ülkede barışın ve huzurun tesisini kısa ve orta vadede mümkün kılmayacak. Görünen o ki, Türkiye’deki Suriyelilerin büyük bir kısmı misafir ya da geçici değil kalıcılar. Bugün artık Suriyelilerin entegrasyonunu öngören düzenlemelerin ivedilikle hayata geçirilmesi gerektiği genel kabul görüyor.
Bununla birlikte, Türkiye’deki Suriyeli mülteciler konusu siyasi tartışmaların odağında yer alıyor. Türkiye’nin Suriyelileri topluma uyumunu hedefleyen politika geliştirmesi, misafirperveliğin sınırlarına gelindiğine ve huzursuzlukların arttığına işaret eden toplumsal tepkiler nedeniyle güçleşiyor. Kimileri işsizliğin ve kiraların artmasından, kimileri ise maaşların düşmesinden onları sorumlu tutuyor.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin yarısından çoğu, 18 yaşın altındaki çocuk ve gençlerden oluşuyor. Bu sayının 450 bin kadarını 0-4 yaş arası çocuklar, 150 bin kadarını Türkiye’de doğanlar oluşturuyor. Öğrenim yaşındaki 700 bin Suriyeli öğrenciden 300 binine eğitim veriliyor; 400 bin çocuğun eğitime erişim olanağı hâlâ yok. Türkiye’de bulunan Suriyeliler Türkçe bilmiyorlar, eğitim durumları da Türkiye ortalamasının altında. Yükseköğretim mezunu Suriyelilerin sayısının ise 35 bin civarında olduğu sanılıyor. Bu tablo, Suriyelilerin Türkiye ekonomisine faydadan ziyade külfet olarak yansıyacağı şeklinde yorumlanabilir. Bu da toplumsal düzeyde Suriyelilerin kabul düzeyinin ekonomik kaygılar nedeniyle azalacağına işaret edebilir.
Ancak meselenin özü Türkiye’nin konuya ilişkin stratejik bir bakışla politika üretememiş olması. Toplumda Suriyelilere karşı olumsuz tepkileri engellemek ve onlara karşı algının pozitif olmasını sağlamak öncelikle siyasi iktidarın görevi. Bu yönde bazı adımlar atan hükümet, Suriyelilerin çalışma hayatına girişine ilişkin bir yasa tasarısı hazırladı ancak Suriyelilerin topluma ekonomik ve sosyal yönden uyumu konusunda uzun vadeli ulusal bir strateji hala geliştirmedi.
Türkiye’deki Suriyelilerin akıbeti
Hal böyle iken, “Türkiye’de Suriyeli mültecilerin akıbeti ne olacak ?” sorusuna yanıt aramak kaçınılmaz.
Her ne kadar Suriyeliler “kardeşlerimiz” “misafirlerimiz” olarak görülseler de, ekonomik kaygılar öne çıktığında toplumda tepkilerin artması kaçınılmaz. Oysa Batılı ülkelerde olduğu gibi, azalan doğum oranı ve vasıfsız eleman ihtiyacının Türkiye’de Suriyelilerin yasal olarak çalışmaları ile karşılanması ve ekonomiye sağlayacağı katkının topluma izah edilmesi sosyal endişeleri giderebilir.
Kabul etmek gerekir ki, Suriyeliler artık hayatımızın bir parçası ve onların sorunları siyasi, sosyal, ekonomik ve en önemlisi insani yönden hepimizi doğrudan ilgilendiriyor. Türkiye’ye göç eden tüm göçmenler gibi, Suriyeli mültecilerin de “topluma bir şekilde fayda sağlayacakları” anlayışının hâkim kılınması siyasi iktidarın politikaları ile sağlanmalı. Kalıcı olduklarını kabul ederek, kendilerine Türkiye’de hayatlarını idame ettirebilme şansı verilmesi durumunda, Suriyeliler toplumun gözünde “sorun” ya da külfet olmaktan çıkabilirler.