AKP döneminde medyanın Neo-liberal dönüşümü

AKP döneminde medyanın Neo-liberal dönüşümü

1970 ekonomik krizinden sonra küresel bir hareket olarak sermaye grupları dahil oldukları alanlardan daha başka alanlara girme ihtiyacı içine girdiler. Özellikle 1980 dönemiyle birlikte sermaye daha önce girmediği sağlık, eğitim, güvenlik ve medya alanlarına da girmeye başladı. 1980’den önce medya, Türkiye’de bir sektör veya kar getirecek bir yatırım alanı olarak görülmüyordu. Bu alan kamu tekelindeydi. 1980 sonrasında neo-liberal politikaların her alana hakim olmaya başlamasıyla birlikte Radyo-TV alanından kamu tekeli kaldırılmış, deregülasyon ve reregülasyon uygulamaları sonucunda bu alan yeniden dizayn edilmeye başlanmıştır.

Türkiye özelinde bu dizaynın başlangıcı olarak 24 Ocak 1980 kararları kabul edilebilir. 1980’li yıllarda başlayan bu süreç medya alanını Türkiye’de 1990’larda tümüyle farklı bir noktaya getirmiştir. Kamu tekelinin kalkmasının ertesinde 10 yıl içerisinde özel Radyo ve TV kanallarında büyük bir artış görüldü. Medyanın yoksul bir ortamdan varsıl bir ortama geçmesi ve artan bu çeşitlilik sonucu düşünsel, toplumsal farklılıkların temsilinin artıp birlikte yaşama katkı sunması beklenirdi. Ancak gelişmeler bu yönde olmadı. Gazetelerin holdingleşerek alanda geniş yer kaplamasıyla başlayan transformasyon süreci başka holdinglerin de medyaya girmesiyle bütünleşti.

KAMU BEKÇİLİĞİNDEN SERMAYE BEKÇİLİĞİNE

Bütün bunların ötesinde, medyadaki ortalama karlılık diğer alanlara göre geride kalsa da bu durum sermayenin medya sahipliğine ilgisini azaltmıyordu. Bunun sebebi medya alanının entegre bir iş sahası olarak görülmesi, medya sahipliğinin prestijinin olması ve mevcut hükümetle ilişki kurmada kolaylıklar getiriyor olmasıdır. Medya sektöründe zamanla çok hızlı bir yoğunlaşma ve gruplaşma yaşanmıştır. Medya gruplarının elde tuttuğu Pazar payının artması medya ürünlerinde hakim, tekçi ve sınırları çizilmiş bir anlayışı doğurmuştur. Medya ürünlerinin meta olarak niceliği artmıştır ancak bu artış değişik düşüncelerin medyada temsil olanağına yansımamıştır.

Genel olarak medya içeriği mevcut sistemin ürettiği ana akım değerler üzerinde şekillenmiştir. Neo- liberal hegemonya, kamusal çıkarın pazara endekslenmesini dayatarak aslında tüm içeriğin temel sınırını ve gazetecilik faaliyetinin çerçevesini çizmiştir. Yani liberal anlayışa göre kamu bekçiliği görevindeki medya, bu dönemle birlikte sermayenin bekçiliği görevine dönüşmüştür.

AKP, NEO-LİBERAL POLİTİKALARI SÜREKLİLEŞTİRDİ

1980’den itibaren başlayan süreçte Neo- liberal politikaların medyayı böyle bir dönüşüme tabi tutması bugün de sürekliliğini koruyor. AKP hükümetlerinin bilinçli bir şekilde yukarıda belirtilen politikaları beslemesi ve medya dizaynında ana strateji olarak kabul etmesi medyanın ve üretilen içeriğinin hükümetin arzuladığı şekilde dönüştürülmesinin en büyük nedenidir.

Recep Tayyip Erdoğan’ın medyanın kitleler üzerindeki gücünü keşfetmesi AKP’nin iktidar olma sürecinden de önce, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde başlıyor. O dönemden itibaren kendi medyasını oluşturma ve mevcut medyayı dizayn etme planlarını geliştiren Erdoğan, 2002’de AKP iktidarı ve kendi Başbakanlığı ile bu planları uygulama şansına kavuşmuştur.

Erdoğan’ın medyayı kullanma hevesinin 2002 dönemi öncesinde de olduğuna Pınarhisar Cezaevine götürülürken kendilerine yakın medyanın başlattığı algı operasyonu örnek olarak gösterilebilir. Erdoğan’ın Türkiye kamuoyunu etkileme konusunda yaptığı ilk büyük kampanya belki de cezaevine girme sürecinde yaratılan mağduriyetti.

AKP iktidarının dokunduğu ilk alanlardan birisi medya oldu. 14 Şubat 2004 tarihinde Uzan Grubuna ait Star TV’ye TMSF aracılığıyla el konuldu ve bir anlamda AKP’nin medyayı dizayn etme süreci de başlamış oldu. Bu tarihten itibaren medyada yaşanan her dönüşümde TMSF kilit bir rol oynadı. El değişen tüm gazetelere ve TV kanallarına önce TMSF tarafından el konuldu daha sonra ise mevcut durumun gerektirdiği şekilde daha çok AKP’ye yakın sermaye gruplarına bu gazete ve TV kanalları dağıtılmış oldu.

Medyadaki ortalama karlılığının diğer alanlara göre daha düşük olmasına rağmen sermayenin medyaya ilgisinin azalmamasında Neo Liberal politikaların AKP hükümetlerinin ana stratejisinde yer alması yatıyor. AKP hükümetleri döneminde TMSF aracılığıyla el konulan gazete ve TV kanallarının el değiştirmesi sonucunda hükümetle daha yakın ilişki kurmak isteyen sermaye gruplarının bu mecralara ilgisi hayli yoğun olmuştur.

Bu grupların medya sahibi olmak istemesi salt medya sahipliğinin kar getirmesinden değil hükümetle yakın ilişkiler kurarak tüm sektörlerde beslenmek istemelerindendir. Yoksa gerçek bayi satışı 10 bin civarında bile olmayan gazetelere sahip olmak için hiç bir iş adamı bu denli hevesli olmayacaktır. Bu el değiştirme sürecinin bir başka boyutu da istekli olmasa da AKP hükümetlerinin baskısı sonucu medya sahibi olan sermaye gruplarıdır. Bu duruma örnek olarak da Demirören Grubu’nun Milliyet ve Vatan Gazetelerini almak zorunda bırakılması verilebilir.

Öte yandan kamu bankaları tarafından hükümete yakın gazetelerin sürekli olarak beslenmesi de bu ana politikanın medyada sürekli hale gelebilmesi için bir araçtır. Sayıştay raporlarına yansıdığı şekilde; kamunun reklam pastası gazetelerde en fazla Sabah, Star, Yeni Şafak, Akşam, Güneş, Takvim, Yeni Akit ve Türkiye arasında dağıldı. Halk Bankası 5 yılda 514 milyon 547 bin TL, Vakıflar Bankası 5 yılda 270 milyon 487 bin TL, Ziraat Bankası 5 yılda 247 milyon 239 bin TL hükümete yakın medya organlarına reklam ve ilan desteği sağladı.

AKP’NİN MEDYAYI DÖNÜŞTÜRMESİ İŞLEYİŞİN BİR PARÇASI

2016 itibariyle 14 yıllık AKP hükümetleri dönemine baktığımızda Neo-liberal politikaların medya sistemini dönüştürmede ana strateji olduğu ve bu politikaların gerekliliklerin büyük ölçüde yapıldığı görülmekte. AKP hükümetleri bu süreçte bilinçli bir şekilde merkez medyanın kendilerine yakın sermaye grupları tarafından ele geçirilmesini neo- liberal silahları kullanarak yaptı. AKP’nin gazetecilik faaliyeti üzerine baskılarını anlık tepkiler üzerinden okumak siyasi bir sığlığın ötesine geçemeyecektir.

14 yıllık süreçte yaşanan her dönüşüm planlı bir işleyişin parçalarıdır. AKP 14 yılın sonunda kendisine düşman olarak gördüğü her gazetecilik faaliyetinin üzerine gitmiş ve elindeki tüm silahları kullanarak büyük bedeller ödetmeye çalışmıştır. Öldürülen gazeteciler, hukuksuz şekilde cezaevinde tutulan gazeteciler, el konulan gazete ve TV kanalları neo-liberal politikalarla siyasi hırsların eklemlenmesiyle inşa edilen saldırı düzeninin mağdurlarıdır…

 

 

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü mezunu olan Egemen Aldoğan Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalında yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Medya incelemeleri, yakın siyasi tarih, basın tarihi ve yeni medya üzerine çalışıyor.