Neoliberal ekonomi ve siyasetin toplumlar için olumsuz sonuçlarının dünyada sol hareket için bir fırsat yarattığı ortada. Son dönemde özellikle radikal söyleme sahip sol hareketler Yunanistan, İtalya, İngiltere`de ön plana çıkmaya başladı.
Fakat bu dalganın ne olduğunu ve içinde bulunduğumuz konjonktürde hangi solun güçlendiğini iyi anlamadan, bu gelişmelerden Türkiye solu için yapıcı dersler çıkarabilmek, özgürlükçü, ilerici ve çağdaş bir solu iktidara taşıyıp bu durumu sürdürülebilir kılabilmek mümkün değil.
İktidara gelebilecek bir sol mu, yoksa muhalefetteki konumunu kemikleştirecek bir sol mu ön plana çıkıyor?
Önce İngiltere`ye bakalım: Geçtiğimiz haftalarda İngiliz İşçi Partisi liderliğine Jeremy Corbyn`in seçilmesi dünya solu açısından kritik bir gelişmedir.
İşçi partisi delegeleri içlerinden biri olan ve elit bir arka plandan gelmeyen Corbyn`i partinin liderliğine getirdi. Corbyn radikal ve sert bir dile sahip. Partisinin birçok alandaki liberal politikalarını açık şekilde eleştiren bir isim.
Corbyn`in seçilmesine tepkiler çeşitliydi. İşçi Partisini 3. Yol ile reformdan geçiren ve iktidara taşıyan Tony Blair yazdığı makalede “İşçi partisi Corbyn`i seçerse bir daha iktidara gelemez” dedi.
Corbyn uzun yıllardır aynı çizgiyi temsil eden tutarlı bir siyasetçi. Corbyn`in siyasi hamlelerini görmeden seçilip seçilemeyeceği konusunda net bir hükme varmak yanlış olur.
Aynı bağlamda Yunanistan`da yaşanan 2015 yılının başındaki Syriza zaferi de önemli bir deneyimdi. Kötü ekonomi ve siyasi yönetim nedeniyle borç batağına giren, Avrupa başkentlerinin de vurdumduymaz ve vicdansız bir tutumla yaklaştığı Çipras liderliğindeki Syriza’nın iktidara gelmesi hem dünyada hem de Türkiye`deki sol çevrelerde heyecanla karşılandı.
Fakat en başından itibaren bir sorun vardı: Syriza vaatlerini gerçekleştirebilecek bir siyasi konum, yapı ve konjonktürde değildi. Radikal ve popülist bir söylemle ortaya çıkmış ama mevcut krizi çözebilecek bir planı yoktu.
Syriza zaferinin pozitif yanları örgütlenen, genç, dinamik ve tutkulu bir kadronun bir araya gelmesiydi. Eksik yani ise Yunanistan`ı mevcut krizden çıkarabilecek bir hikayesi, siyasal birlik-beraberliği ve stratejisi olmamasıydı.
Özelleştirme karşıtı söylemlerine rağmen özelleştirme politikalarına tam gaz devam etmesi, vaat ettiği kamu istihdamını yaratamaması, kreditörlere boyun eğmeye devam etmesi bunun göstergesidir. Çipras`ın zaferinden hemen sonra yazdığım Diken yazısında bu konuyu irdelemiştim. Syriza geçtiğimiz hafta gerçekleşen seçimlerde de birinci parti çıktı. Hareketin uzun vadeli başarısını Yunanistan`ın ekonomik durumu ve Çipras`ın siyasi tutarlılığı belirleyecek.
Özellikle sosyal medyada Syriza`daki bu temel çelişkiyi paylaştığımda ülkede çok değer verdiğim ve solun güçlenmesinde önemli rol oynayacak sosyalist çevrelerden tepki aldım.
Halbuki bu meseledeki tutumum Syriza ve Çipras`ı önemsiz göstermek değil, tam tersine Çipras`ın daha tutarlı bir yaklaşımla ülkedeki sol siyaset ve iktidarını güçlendirebilme potansiyeline sahip olmasıydı!
Gerçekleştiremeyeceğiniz vaatlerle ortaya çıkmak yerine ayağı yere sağlam basan bir programla yola çıkmak uzun dönemde de daha güvenilir bir siyasi aktör olduğunuzu gösterir. Sola küresel olarak da en çok zarar veren “sol sadece konuşur, gerçekleştiremez” algısı oluyor.
Son donemde radikal ve popülist söylemin öne çıkması sadece sola özel bir durum değil. İdeolojik olarak ters tarafta olsa da Amerika`da Donald Trump da benzer bir yükselme eğilimi içinde. Sadece birkaç ay önce Trump`ın Cumhuriyetçi Başkan adayı olacağına kimse ihtimal vermezken bugün Trump adaylık mücadelesini önde götürüyor.
Trump’ın demokratlardan oy alması imkansız olacağından, eğer Cumhuriyetçilerin Başkan adayı olursa kim olursa olsun demokrat adayın ipi göğüslemesine kesin gözüyle bakılıyor.
Siyasetteki bu genel radikal ve popülist trend solu daha fazla etkiliyor. Çünkü sol siyaset uzun zamandır küresel olarak kendini yenileme sıkıntısı çekmekte.
Hem ideolojik hem de pratik bir bunalım döneminden geçen solun bu tuzağa düşme riski daha yüksek.
Bu nedenle ortaya çıkan popülist ve radikal siyasetin solu daha da fazla marjinalize etme, güçsüzleştirme ve sağ siyaseti baskın kılma riskine karşı hazırlıklı olmalıyız.
İspanya`da Podemos, Yunanistan`da Syriza, ABD`de Trump, İngiltere`de Corbyn, İtalya`da Grillo hepsi farklı bir siyaseti temsil ediyor ama hepsi radikal ve yeni!
Toplumlar mevcut ekonomik ve siyasi sorunların sorumlusu olarak gördükleri eski siyasetçileri tasfiye etme eğilimindeler.
Kadınlara hakaret eden, göçmenleri sınır dışı etmeyi hedefleyen Trump ABD`de güç kazanırken bunun sebebinin kaba siyasetin yeni trend olduğunu söyleyemeyiz.
Trump`ın ülkede güçlenmesinin sebebi ülkedeki mevcut siyasetin yozlaşması ve Trump`ın yeniyi temsil etmesi. En büyük kozu “bir siyasetçi olmadığını” söylemesi. Çipras da Yunanistan`ın ekonomik çöküşüne neden olan Pasok ve Yeni Demokrasi ile bağı olmadığı için seçildi.
Bütün bu radikal ve popülist sol siyasetin temsilcilerinin mevcut sistemdeki çöküntüye karşı yeniyi temsil etmesi nedeniyle seçim kazandığının farkında olmak gerekiyor.
Türkiye’de durum nasıl?
Türkiye’nin en saygın ve tutarlı araştırma şirketlerinden Metropoll`un son araştırmasına göre Türkiye`de halkın 65`i genel gidişattan memnun değil. Son 12 senedir sağ siyasetin yönettiği siyasette bu sol için iyi kullanıldığı ve hazırlık yapılabildiği takdirde büyük bir olanak.
Fakat aynı şirketin seçim anketine baktığımızda 12 senedir ülkeyi yöneten partinin son üç ayda göz göre ülkeyi ateşe atmasına bütün ülkenin şahit olmasına rağmen, neredeyse oy oranını hiç düşürmediğine de tanık oluyoruz.
Türkiye solunun ana temsilcileri CHP ve HDP!
CHP Ecevit döneminden sonra soldan yaşadığı kopuşu Kemal Kılıçdaroğlu döneminde sona erdirerek tekrar sosyal demokrat bir program ile seçmenin karşısına çıktı. Eksikler ve hatalar hala mevcut ama genel gidişat son derece olumlu.
HDP ise genç liderlik, dinamik ve yeni bir kadro ile ortaya çıkmasına ve evrensel sol bir dil kullanmasına rağmen halen Kürt milliyetçiliğinden ve PKK terör örgütü yörüngesinden çıkamadığı için çağdaş bir parti olarak ortaya çıkması zor.
Siyaseten solun kazanabilmesi, içinde bulunulan açmazı kırmak için CHP`nin daha fazla gençleşmesi, dinamikleşmesi ve çağdaşlaşması gerekirken, HDP`nin ise Türkiye partisi olduğu iddialarını somut adımlarla kanıtlaması gerekmekte.
Türkiye solu çağdaş ve ahlaklı bir ideolojiyle toplumun destek vereceği yeni, dinamik ve ahlaklı bireyleri harmanlayabilirse ülkeyi mevcut çıkmazından kurtarabilir. İki parti bunu başarabildiği ve ortak bir zemin kurabildiği durumda Türkiye solu ülkede tek başına iktidar alternatifi olabilecektir.
Müesses nizam Türkiye solu tam olarak kendini reform edemezse Türkiye siyasetinde keskin, radikal ve popülist söyleme sahip fakat içi boş ama seçilemeyecek sol profillerin ön plana çıkması ihtimal dahilindedir.
Solun iktidar olabilmesi için sağdan da oy alması gerekmekte. Bu sağdan birkaç kişiyi partilere entegre ederek değil, ülkeyi hakkaniyet ve adalet ekseninde daha iyi yönetebileceği konusunda kamuoyunu ikna etmekle mümkün olacaktır. Radikal ve sert söyleme sahip sol, sağdan oy devşiremez. Bu senaryo uzun vadede solu muhalefete daha fazla kitleyecek ve sağ iktidarlara yol açacaktır.
Çağdaş Türkiye solunun artık muhalefette değil, iktidarda olması gerekmekte. Milli iradenin gasp edildiği, sivil dikta rejimin egemen olduğu ve ülkenin nefes alamadığı bu dönemde hem entelektüel hem de pratik olarak ülkeyi ileriye götürecek, uzun süre ülkede adil, özgürlükçü ve demokrat bir sol siyaseti kurabilecek kadrolara ihtiyaç var. Sol siyaset bu “kazanacak siyaseti” kurarsa Türkiye’nin de bu kaostan çıkışı mümkün olacaktır.
Gezi Türkiye solundaki bu eşsiz potansiyeli gösterdi, şimdi bu potansiyeli gerçekleştirme zamanı!
Sayin Sidar’in “Solun iktidar olabilmesi için sağdan da oy alması gerekmekte” gorusuyle hem fikirim. Ancak bunun da sağdan birkaç kişiyi insana odakli partilere bir bakima uzaktan kumandali entegre etme etinlikleriyle değil, ülkeyi hakkaniyet ve adalet ekseninde daha iyi yönetebileceği konusunda kamuoyunu ikna etmekle mümkün olacaktır. Ancal nedense halk SOL lafindan korkuyor ve adeta bagimsizliklarini elden kaciracaklar saniyorlar. Halbuku bunu daha da halkin, cok batil’a dayanan ve sag denen rejimlerin yaptigini anlamalari kolay degil ama mumkun. Sol lafi cok eskidi ve de korkutur oldu. Artik COGUNLUKCU sifati, sol/un yerini almali ve gunumuzde kolaya gelen ve tipi bir nevi teslimcilik (temsilcilik degil) olan Cogulculugu asmak icin sol lafinin yerini almali. Belki bu yol ile mevcut ve cok yaygin korku bulutu asilabilir ve dogrular daha net gorulebilir.