Türkiye ile ilgili yapılan ekonomik analizlerde coğrafi avantajlarımız ve genç nüfusumuzdan bahsedilirken, en büyük problem olarak cari açık ortaya konur. Cari açık probleminin kaynağı olarak da Türkiye’nin tasarruf eğiliminin düşüklüğü ifade edilir.
Oysa, cari açık kadar ve belki çok daha önemli bir sorun özel sektör borçluluğu. Özel sektör borçluluğunu gündeme getirmek kaçınılmaz. Zira Avrupa Birliği krize girdiği dönemde, özellikle Yunanistan gibi ülkelerin ödeyemediği borçların Avrupa’daki bankacılık sistemini felç ederek topyekün bir krize sebep olduğunu izlemiştik. Türkiye uzun yıllar boyunca katı bir kamu disiplini sağladığı için böyle bir risk kısa ve ortada görünmüyor ancak özel sektör borcu konusu Türkiye`nin önemli yumuşak karnı haline geldi.
Ekli grafikte 2002-2016 Ağustos arası özel sektör kısa vadeli ve uzun vadeli borcun GSMH’a oranı var. 2016 yılının GSMH’sı olarak 2017-2019 OVP’de belirtilen 726 milyar dolar kullanılırken, özel sektör borcunda TCMB’nin ağustos verileri kullanılmış.
Kaynak: TCMB, Dünya Bankası, 2016
Grafik 1’in bize gösterdiği kısa vadeli borcun özellikle 2001 sonrası %10-%15 aralığına oturmuş olması. 2016’da 2015’e göre tedrici bir artış var ancak esas sorun uzun vadeli borçta zira 2000’lerin başında %10’lar mertebesinde olan oran 2016 itibariyle %30’lara yaklaşmış durumda.
Peki özel sektör borcu artarsa ne olur? Önce sıcak ve güncel bir gelişmeyi okuyalım. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) 22 Ekim tarihinde önemli bir basın açıklaması yaptı. EMO Türk Telekom (TT)’un mali krize girdiğini belirterek hisselerin kamulaştırılması çağrısında bulundu.
Bu açıklamadan 4 gün sonra Sözcü gazetesinde Türk Telekom’un aldığı kredileri ödeme zorluğuyla ilgili bir haber çıktı. Sözcü gazetesinin haberine göre Türk Telekom’un borcu çevrilemez durumdaydı. Haberde, özellikle kredinin alındığı tarihle güncel dolar kuru arasındaki radikal fark nedeniyle Türk Telekom’un oldukça zor bir durumda olduğu haberde ayrıntılarıyla aktarılıyordu ve bu borcun özellikle iki bankayı ciddi finansal riske soktuğuna değiniliyordu.
EMO’nun açıklamasıyla aynı gün Birgün gazetesinin TOBB verilerine dayanarak yaptığı habere göre ise eylül ayında kapanan şirket sayısı ağustos ayına göre yüzde 40,3 artarken, kurulan şirket sayısı yüzde 17,15 azalmış.
Özel sektör borçluluğunu olumsuz etkileyen bir başka faktör ise dövizdeki artış. Zira Tablo 1’de görüleceği üzere özel sektörün uzun vadeli kredi borcunun %90’dan fazlası ABD Doları ve Euro cinsinden.
Bu durumda TCMB’nin bir sekilde dövizi dizginlemesi gerekiyor. Hem de üzerinde müthiş bir faiz indirim baskısı varken. TCMB, 9 ağustos, 1 Eylül ve 6 Eylül tarihli kararlarla bankaların zorunlu karşılıklarında yaklaşık 3 milyar dolarlık bir düşüş sağladı. Bu düşüş ile para politikası kanalı nispeten rahatlamış durumda ancak 26 Ekim’de açıklanan Uluslararası Rezervler ve Döviz Likiditesi verilerine göre resmi rezervler 123 milyar dolardan 118 milyar dolara düşmüş.
Menkul kıymetlerde 82 milyar dolardan 88 milyar dolara bir artış var iken, TCMB’nin temel para politika enstrumanı olan toplam nakit ve mevduatlar Ağustosta 20 milyardan rekor bir düşüşle 9 milyar dolara inmiş. Yani dövizi dizginleme konusunda TCMB’nin eli eskisi kadar kuvvetli değil ve bunun özel sektör üzerindeki etkisi oldukça önemli.
Özetle, oldukça zor bir döneme girdiğimizi ve aralıktaki olası FED faiz artırımı öncesinde özel sektör borcunun cari açıktan da tehlikeli bir konu haline geldiğini düşünüyorum.