AKP’nin Kömürle Kirli İlişkisi

AKP’nin Kömürle Kirli İlişkisi

Türkiye’de kömür sektörünün yükselişi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarda geçirdiği süre boyunca kullandığı stratejilerin hikayesini anlatıyor.

İktidarının başlarında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Türkiye’nin büyüyen enerji ihtiyacına ve fosil yakıt rezervlerinin eksikliğine çözüm olarak hidroelektrik santral (HES) projelerine ağırlık vermişti. 2001 yılında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı olan Enerji Piyasaları Düzenleme Kurulu (EPDK) kurulduğunda, hükümet sıkı neoliberal yaklaşımına uygun olarak oldukça agresif bir özelleştirme stratejisi izledi ve enerji projelerine yatırım yapan şirketlere ödenek gibi çeşitli finansal destekler sağladı.

Politika başta makul görünmekte, örnekleri de dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde mevcut. Fakat EPDK’nın finansal desteklerinden yararlanan şirket gruplarına bakıldığında, Çalık, Kolin, Soma ve Cengiz gibi, AKP hükümetine yakın ilişkiler kuran şirketlerin ön plana çıktığı görülüyor.

Fakat ön yatırım dalgasından sonra, hidroelektrik enerji üretiminin tek başına ekonominin enerji kıtlığına çözüm olamayacağı anlaşılmaya başladı. Bunun en büyük kanıtı da Türkiye’nin özellikle daha ileri yıllarda inşa edilen hidroelektrik barajlarının %71’inin 25 MW altında kapasiteye sahip olması. 25 MW kapasite, uluslararası standartlarda küçük olarak değerlendiriliyor, çoğu zaman daha maliyetli oluyor ve büyük ekonomilerin enerji talebini karşılamak için geçerli bir çözüm olarak görülmüyor.

Yıllar ilerledikçe ve AKP hükümetinin itibarı hızlı ekonomik büyümeyle özdeşleştikçe, ucuz ve yerli kömür artan enerji masraflarına kolay bir çözüm olarak görüldü. Fakat bu noktada hükümetin enerji politikası hidroelektrikten kömüre döndükçe, bu politik değişim fırsatından istifade edenler, AKP yönetimi altında ve hidroelektrik projelerinden gelen kazançlarla büyüyen enerji şirketleri oldu. Çalık, Kolin, Soma ve Cengiz gibi şirketler, enerji operasyonlarını büyük bir ivmeyle hidroelektrikten kömür madenciliğine ve termik santrallere kaydırdı.

Türkiye’deki kömür şirketleri, hükümet teşviklerinin yanı sıra hükümetteki müttefiklerine de göbekten bağlı bir konumda, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a. Şu anda Hazine ve Maliye Bakanı olarak görev yapan Albayrak, önceki hükümette Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görev yapmış, ondan öncesinde de, kömür sektöründe bir hayli aktif olan Çalık Holding’de CEO olarak görev yapmıştı. AKP hükümetiyse, dünyada diğer birçok ülkenin hızla terk ettiği kömür sektörüne yatırımı sürdürerek ivmesini kaybetmiş ekonomiye enerji sağlamayı umuyor.

Bu dallı budaklı ilişkiye örnek olarak, TBMM’nin 2016 Ağustosunda geçirdiği ve kömür sektörüne 2 milyar dolarlık teşvik sağlanmasına onay veren ve kömür sektörü üzerindeki mevcut düzenlemelerin neredeyse tamamını kaldıran bir yasa tasarısı. Bu dönemin enerji bakanının Berat Albayrak olduğunu hatırlatmakta da elbette fayda var.

Kömür enerjisi, ilk bakışta ucuz bir enerji kaynağı olarak görünse de toplumsal maliyeti oldukça yüksek. İngiltere’den The Guardian gazetesinde yayınlanan bir makale, kömür santrallerinin yerel halkın sağlığına etkisini ve kronik bronşit, akciğer kanseri gibi hastalıkların oranındaki ani ve tehlikeli artışı gözler önüne seriyor.

Kömür madencilerinin koşullarıysa, gevşeyen iş güvenliği yasaları sebebiyle gittikçe kötüleşiyor. 2014’te gerçekleşen ve 301 kişinin ölümüyle sonuçlanan Soma faciası, daha hızlı ve ucuz üretim pahasına feda edilen güvenlik standartlarının bir kaza esnasında ne kadar önemli olabileceğinin en çarpıcı örneği. Fakat Soma kesinlikle tek örnek değil. Her yıl ülkenin dört bir yanında, yüzlerce daha küçük çaplı maden kazası gerçekleşiyor.

Fakat kömürün yarattığı hasar bunlarla kısıtlı değil. Kömürün yakımı sırasında açığa çıkan kül, cıva, arsenik ve kurşun gibi toksik maddeler içeriyor. Bu maddeler, çeşitli doğum kusurlarından kansere kadar birçok hastalığa sebep olabiliyor. Türkiye İstatistik Enstitüsü, Türkiye’deki 66 kömür santralinde toplam 24,2 milyon ton külün açığa çıktığını ve bu külün yaklaşık yarısının (%48,5) kül barajlarında toplandığını belirtiyor. Asıl tehlikeyse, yağmur ve sel aracılığıyla bu toksik maddelerin kül barajlarından, artezyen adı verilen yeraltı su kaynaklarına sızması.

Artezyenlerden gelen yeraltı suyu, özellikle kırsal kesimlerde günlük kullanım ve tarımsal sulama amacıyla yaygın olarak kullanılıyor. Kirlenen bir artezyenin temizlenmesi ise on yıllar alabilir ve bu süreçte toksik madde içeren suyla sulanan bitkilerde de toksik madde birikebilir.

Bu riske ek olarak, havaya karışan külün de tarım üstündeki etkisi yıkıcı olabilir. TEMA Vakfı, kömür santrallerinden yayılan baca dumanı ve uçuşan küllerin, Konya, Adana ve Çanakkale’nin kırsal kesimlerindeki hava ve toprak kalitesindeki düşüşten sorumlu olduğunu belirtti. Üç şehir de Türkiye’nin oldukça verimli tarım bölgelerine sahip ve üç şehrin ekonomisi de sırtını tarımsal üretime yaslamış durumda.

Fakat kömürün tarıma zararı burada da bitmiyor. Sektörün alansal büyüme ihtiyacı, tarım toprakları feda edilerek karşılanıyor. Heinrich Böll Derneği’nin 2015 Toprak Atlası’na göre, 2011 ve 2015 yılları arasında 7.900 hektarlık verimli tarım alanı, madencilik faaliyetlerine açıldı. Bu tarım alanlarının büyük bir kısmı, acele kamulaştırma yoluyla toprak sahiplerinden alındı.

Acele kamulaştırma yasası, AKP’den önce de vardı ve birçok ülkede de örneklerine sıkça rastlanıyor. Fakat AKP hükümeti, acele kamulaştırmayı enerji ve kalkınma projeleri için bir kestirme yol olarak sıkça kullanmaktan çekinmedi. Normalde acil durumlar için kullanılması amaçlanan acele kamulaştırma, birçoğu küçük çaplı çiftçi olan ve zaten birçok ekonomik zorluk yaşayan toprak sahiplerine, toprak değerinin oldukça altında bir ödeme sunarak toprağı kamulaştırıyor.

Bu durum, acele kamulaştırma yasası 2014’te Yırca’daki 6.000 asırlık zeytin ağacının kesimine yol açtığında ülke gündemine düşmüştü. Köylülerden alınan toprak, Kolin Grubu’nun kömür santralini inşa etmesi için kullanıldı. Sonuç olarak hükümet, kendisine yakın olan Kolin Grubu’nu memnun etmek adına, köylülerin temel geçim kaynağını ortadan kaldırmış oldu. Başka bir örnekteyse, acele kamulaştırma Tekirdağ-İstanbul sınırındaki 5,5 hektarlık bir tarım alanının kömür santrali inşaatına açılması için kullanıldı ve çevre örgütleriyle yerel halk tarafından oldukça büyük bir tepkiyle karşılaştı.

Son dönemde enflasyonla birlikte yükselen gıda fiyatları da düşünüldüğünde, kömür yüzünden tarım yapılamaz hale gelen tarım alanlarının yükselen fiyatlarına etkisi olup olmadığı, mutlaka kafa yorulması gereken bir soru.

Türkiye’deki kömür sektörünün yükselişi, AKP hükümetiyle paralel bir doğrultu gösteriyor. Enerji endüstrisinde başlarda gerçekleşen gayretli reform hareketleri, yavaşça kısa dönemli ve neredeyse ümitsiz diyebileceğimiz çözümlere dönüştü. Görünüşte ulusal çıkar adına verilen kararlar ise, tepeden inme olarak ve yerel halka etkileri umursanmadan uygulanıyor. Bu süreçte, yeni bir kömür eliti gittikçe zenginleşirken kömürün yıkıcı etkileriyle yüzleşmek zorunda kalanların tepkilerini ortaya koymak için başvurdukları demokratik ve hukuki yollarsa birer birer kapatılıyor.

Politikaya, özellikle de çevre ve iklim politikasına ilgisi Gezi Parkı protestoları sırasında başlayan Şencan, University of California, Santa Barbara'da Çevre Ekonomisi ve Politikası üzerine yüksek lisansını 2018'de tamamladı. Şu anda Public Policy Institute of California'da (PPIC) su politikası araştırmacısı olarak çalışıyor.

Düşüncenizi Paylaşın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.